27 Nisan 2008 Pazar

GÜRÜN İLÇESİ’NDE AŞİRETLERİN (OYMAKLARIN) YERLEŞMESİ (OSMANLILAR’DA AŞİRETLERİ İSKAN TEŞEBBÜSLERİ)
Osmanlı Devleti, beylikleri kendine bağlayıp, hakimiyeti sağladıktan sonra, komşu devletlere karşı büyük bir güç olduğunu kanıtlamasıyla Anadolu’da yeni bir dönem başlamıştır. İslamiyet Dini de bu dönemde, bir çok din ve dildeki çeşitli etnik kökenli insanlar arasında hızla yayılmaya başlamıştır. Bu dönemde tarikatların, İslamiyetin yayılmasında çok büyük etkisi olmuştur. Anadolu’daki Türk birliğinin sağlanmasında ve Türkmenlerin iskanında tarikatların, tekke ve zaviyelerin yüklenmiş olduğu fonksiyonları unutmamak gerekir. Ahilik, Mevlevilik, Yesevilik, Bektaşilik, Nakşibendilik, Halvetilik, gibi tarikatler yoluyla Hristiyan yüksek tabaka müslüman olmuş, kırsal kesimde ise göçebe Türkmenler, Türkmen gazileri ve Orta Asya Şaman geleneğini de sürdüren dervişler etkili olmuşlardır. Bu dönemde Anadolu doğudan batıya doğru tümüyle islamlaşarak, tüm Anadolu yerleşim birimlerinin eski isimleri unutulup yerlerini Türkçe isimler almıştır. Böylece Anadolu’da İslamlaşma ve Türkleşme 400 yıl kadar sürmüştür. Osmanlı Devleti’nin ilk devirlerinde batıya doğru olan yerleşme de birçok köylere isimlerini veren, boş ve ıssız yerlere yerleşen oraları imar ve iskan eden dervişlerle onların faaliyet merkezi olan tekke ve zaviyelerin bu iç iskan siyasetinde çok büyük görev üstlenmiş olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekmektedir. Çünkü Osmanlı döneminin ilk yıllarında birçok köy ve kasabalara isimlerini vermiş olan ve bu bölgelere yerleşmiş olan derviş veya şeyhlere intisab edenler hemen dervişin bulunduğu bölgelere giderek yerleşiyor, hemen bunun ardından bu şeyhe mensup kimseler de bu şeyhin bulunduğu yöreye gelerek iskan ediyorlardı veya devlet erkanının emirleriyle buralara gönderilerek yerleştiriliyorlardı. Hem böyle ve bu yörelerde İslam’ın yayılışı gerçekleşiyor ve hem de Türkmen gurupları yurt ediniyorlardı. İşte bu tür iskanlaşmanın ardından 16. yüzyılın sonlarına kadar olan zamanda da meydana gelen birçok sosyal çalkantılar sebebiyle daha önceki yurt edinmiş olduğu yerlerden ayrılarak başka yerlere gitmiş, ya da gitmek zorunda kalmış olanların ve çeşitli aşiretler ya da beylikler arasındaki mücadeleler sonucunda ıssız ve harabe haline gelmiş bu yerler 1691 yılında kapsamlı bir aşiret iskan teşebbüsüyle Türkmen gurupları Anadolu’nun birçok yerlerine iskan edildiler. İşte bu iskanın ardından, ancak Anadolu’da tamamıyla bir yerleşik düzene geçiş sağlanmış oldu. İlçemizin de bulunduğu bu bölgeler, yani Tohma Havzası’ndaki iskanların büyük çoğunluğu da bu iskanlar esnasında yapılmıştır. Çünkü daha önceleri konar-göçer halde hayat tarzı süren birçok Türkmen oymakları da mecburen ya bulundukları bir yere veyahut devletin göstermiş olduğu yörelere iskan etmek zorunda kaldılar.
Anadolu’da birkaç yüzyıllık dönem içinde, pek çok Türk boyu yerleşerek Türkmenlikten (göçebelikten) çıkmış, tarım köyleri kurmuştur. Pek çok Türkmen boyu da, kışlaklarını köy edinerek tarıma başlamış, fakat yazın yaylaya çıkarak göçebe yaşamını bir ölçüde sürdürmüş ve böylece yarı Türkmen, ya da başka bir deyimle yarı göçebe olmuştur. Yerleşmeler nedeniyle göçebenin yerleşik düzene geçenlere göre oranının daha az olduğu açıkça görülmektedir. XVI. yüzyılda belli başlı tam göçebe toplulukları olarak kışları Halep çevresinde, yazları Uzunyayla ve Sivas’ın güney bölgelerinde ve Gürün’de geçiren Halep Türkmenleri, Mardin’in güneyinden gelip Erzurum ve Erzincan’da yaylaya çıkan Boz Ulus ve Amik Ovası ile Çukurova arasında konaklayan Dulkadirliler’in bir bölümü görülür.
Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinden döndükten sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da tahrir yapılmasını emretmiştir. Bu emir üzerine gerçekleştirilen tahrir defterlerinde(Başbakanlık Osmanlı Arşivi tahrir defterleri, 915-1007 numaralı sayfaları)bu döneme ait bilgileri bulmak mümkündür. Bu tahrir defterlerine göre, Bozulus’un da ilk tahriri 1540 yılında yapılmıştır.
Bu tahrirler yapılırken, Bozulus aşiretlerine mensup kişilerce kurulan köyler için ya aşiretin adı açıkça belirtilmiş ya da sadece “Bozulus” kaydı düşülmüştür. Öte yandan, Diyarbakır, Urfa ve Birecik’e ait diğer tahrir defterlerinde Bozulus’un yerleşme yerlerini; Dulkadir, Halep ve Bozok’a ait tahrirlerde ise Bozulus’u meydana getiren aşiretlerin akrabalarını tesbit etmek mümkün olabilmektedir.
Bozulus Türkmenleri, XVII. Yüzyılın başlarına kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da daha sonra da Orta Anadolu’a gelmiş ve buradan da Ankara, Aydın, Keskin, Vilayet-i Rum(Sivas ve bağlı sancakları)ve Karaman bölgelerine dağılmışlardır.
Osmanlı tarihlerinde, mensup olunan boy, ulus veya etnik kimlik yerine, k,işilerin ön plana çıkması, devlet hizmetindeki Türkmen Beğlerinin mensup bulundukları aşiretlerin tesbitine imkan tanımadığı gibi, büyük siyasi olayların etrafında odaklanan tarih yazıcılığı, konar-göçer Türkmen topluluklarının ictimai vaziyeti ve yaylak-kışlak hayatları boyunca meydana getirdikleri olaylar hakkında da kayda değer bilgiler vermememektedir. Osmanlı tarihleri, Safevi Devleti ile Osmanlı Devleti’nin mücadeleleri esnasında anmakta, Safevi Devleti hizmetindeki Türkmenler için ise sıklıkla”kızılbaş” tabirini kullanmaktadır. Bundan dolayı, Türkmenler, tarihlere daha çok sosyal ve iktisadi düzeni tehdit eden düşman unsurlar gibi yansımıştır. Bununla birlikte, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu esnasında Osmanoğullarının ataları, konar-göçer Türkmenler olarak tavsif edilmesi Türkmenliğin yerinilecek bir husus olmadığı, bilakis yerleşik hayatın temsicileri tarafından da övünülecek bir özellik olarak mütaala edildiği anlaşılmaktadır.
Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin temelde Türkmen aşiretlerine dayanması ve bu devletlerin siyasi, hayatında boy ve oymakların etkili rol oynaması, bu devirde yazılan tarihlere de yansımaktadır. Bu tarihlerde Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Safevi Türk devletlerinin hizmetindeki Türkmenlerin takibini kolaylaştırmaktadır.
Kaşgarlı Mahmut, “Oğuzlar, bir Türk boyudur. Oğuzlar Türkmendirler. Bunlar 22 bölüktür.” Diyerek Türkmen adını Oğuzlar’a bağlamaktadır.
Türkmenlerin İslamiyeti kabul eden Türk zümrelerinin öncüleri olmaları yüzünden bunlara yakın oturan ve İslamiyeti benimseyen Oğuzlara’da “Türkmen oldu” denilmekte idi. Netice olarak, Türkmen adı, X. Yüzyılda Ordu şehrinde oturan küçük bir topluluğun adı iken, belki de müslüman komşularının kendilerine verdikleri tarihi rol sayesinde; XI. Yüzyılda karluk, Halaç ve Oğuzlar’ı da içine alan siyas,i bir terim olmaya başladı. Ancak Karluklar ve Halaçlar erken devirlerde bu birlikten ayrıldılar. Bu yüzden Türkmen adı sadece Oğuzlar’a verildi. Kaşgarlı mahmut XI. Yüzyılda sadece Oğuz boylarından meydana gelen Türkmen teşekküllerindeni kaydetmekte, hatta onların da kendi içlerinde”dedelerinin isimlerini alan” irili ufaklı oymaklara ayrıldığını bildirmektedir. Öte yandan Oğuzlar’ın, XIII. Yüzyıla kadar kendilerini Türkmen diye isimlendirmemeleri her halde konar-göçer-yerleşik farkından kaynaklanıyorduve Türkmenler konar-göçer hayatı temsil ediyordu.
Türkmenler’in, Türk ve İslam dünyasında önemli bir mevki işgal etmeleri Selçuklu Devleti’nin kurulması ile olmuştur. Selçuklu fetihleriyle birlikte batıya doğru akan Türkmen göçüne Malazgirt zaferi yeni bir mecra kazandırdı. Bu zaferden sonra AlpArslan ile mağlup Bizans İmparatoru Romanos Diogenes arasında yapılan antlaşma, Diogenes’in ölümü üzerine bozulunca, Alp Arslan Anadolu’nun fethini emretti. Türkmenler, Kutalmışoğlu Süleyman Beğ, Mansur, Alp İlek, devlet gibi kumandanların idaresinde şimdiye kadar ulaşamamış oldukları yerlere kadar ilerlediler. Anadolu kısa bir sürede Türkmenlerin eline geçti. Geniş yaylalara ve verimli topraklara sahip olan Anadolu, konar-göçer Türkmenlerin yanısıra, OrtaAsya’nın yerleşik Türk ahalisi tarafından dolduruldu. Anadolu Selçukluları, Artukoğulları, Danişmendoğulları, Ahlatşahlar, Mengücekler, Saltuklular gibi Türkmen beylikleri kurularak Anadolu toprakları yeni Türk ülkesi “Türkiye” haline getirildi.
Anadolu’ya sevkedilen Türkmenler ise ya göçebeliği terk etmeyerek uçlarda bu hayatın gereği olarak yaylak-kışlak hayatlarını devam ettiriyor ya da tedricen yerleşik düzene geçiyorlardı. Türkmenler’den yerleşik düzene geçerek ziraat ile meşgul olanlar “Türk” diye isimlendiriliyordu. Böylece Türkmen adı, Anadolu’da konar-göçerlik ile eş anlamlı olarak kullanılıyordu. Moğol istilası sırasında Malatya civarında bulunan Germiyanoğulları daha btıya giderek yurt tutmuşlardı. Yine Moğolların önünden Anadolu’ya giren büyük bir Çepni bölüğü Karadeniz bölgesini Türkleştirmişti. DoğuAnadolu’da baba İshak isyanını çıkmasında önemli rol oynayan Ağaçeriler bu isyan esnasında mühim miktarda zayiat vermelerine rağmen, bölgedeki varlıklarını halen devam ettiriyorlardı. Ermenek, Mut ve Anamur bçlgesindeki Karamanoğulları ise, Eşrefoğulları ve Germiyanoğulları gibi Türkmen grupları yerleşmişlerdi.
Akkoyunlu Devleti’nin idaresindeki konar-göçer Türkmenleri ve Akkoyunlu hanedanının dayanağı Bayındır Boyunun Doğu Anadolu’ya gelmesi, muhtemelen Moğol istilası esnasında olmuştur. Karakoyunlu ulusunu meydana getiren diğer Türkmen gruplarıyla birlikte Moğol-İlhanlı hakimiyetinde kalmışlardı. Konar-göçer Türkmenlerin yaylakları Erzurum, Erzincan, Kemah ve Kars'’ kadar uzanan platolardı. Bunlar güz mevsiminin gelmesiyle birlikte güneye doğru hareketleniyorlar, Memlükler devletiin sınırı boylarında Urfa, Birecik, mardin, Caber ve Rakka’ya doğru uzanan sahada kışlıyorlardı. Ancak bunlar, Moğol hakimiyeti esnasında henüz teşkilatlandırılmamış olup boy ve aşiret reislerinin idaresinde hayatlarını sürdüryorlardı. İlhanlılar ile Memlüklüler arasındaki sınır bölgede yaylak ve kışlak hayatı yaşayan Döğerler ise zaman zaman Arap Beni Rebia aşireti ile çatışma halinde idi.
XIV. Yüzyılın başlarında Moğol hakimiyetinin çözülmeye başlaması, Anadolu’daki Celayir, Suldus, Uyrat gibi Moğol aşiretleri arasında çatışmalar doğmasına yol açtı. Bu esnada, Sivas ve çevresine hakinm olan Eretnalılar ile Mardin ve çevresine hakim olan Artuklular da çöküş dönemine girmişlerdi. Moğol Aşiretleri arasında meydana gelen çatışmalarda, Akkoyunlu ve karakoyunlu Türkmenleri de iki rakip kuvvet olarak yer almaktaydılar. Moğollar, Doğu Anadolu’yu tedricen boşaltarak, Orta Anadolu, İran ve Azerbaycan’a çekilmeleri üzerine, Diyarbakır ve havalisinde faaliyet gösteren Akkoyunlu Türkmenleri, Mardin’de hüküm süren Artuklular ile işbirliği içine girdiler. Bu sayede Diyarbakır bölgesinde bir çok kaleye hakim oldular.Bu sırada Karakoyunlular, Musul’dan Erzurum’a kadar olan sahayı hakimiyetleri altına almışlardı. Eratnalılar ise, Erzincan ve Bayburt’u ele geçirmişti.
Karakoyunlular’ın Timur’a karşı cephe almaları ve başarısız olmaları Akkoyunlular’ın topraklarının genişletmelerine kolaylık sağladığı gibi önemli göç ve ticaret yolları üzerinde hakim olmalarına, ekonomik ve beşeri kaynaklardan geniş ölçüde yararlanmalarına imkan verdi. Bu sırada Bayat ve İnallu aşiretlerinin bir bölümü Akkoyunlu konfederasyonuna/boylarbirliğine dahil oldu.
Uzun Hasan Bey’in Karakoyunlu devletine son vermesiyle bu defa yaylakları ele geçiren Akkoyunlular, Erzurum-Diyarbakır koridorunda göçebe hayvancılık ile uğraşan Türkmenleri siyasi çatılarının altına alma çalışmalarını tamamlamış oldular. Böylece, Doğu Anadolu’da bulunan Musullu, Pürnek, Hamza hacılu, Avşar, Bayat, İnallu, Tabanlu, danişmendlü, Bicanlu, gibi boy ve oymaklar Bayındır boyunun etrafında toplanarak Akkoyunlu Devleti’ni meydana getirdiler. Karakoyunlular’ın ortadan kalkması ile Alpavut, Cakirlü, Karamanlu, Sa’dlu gibi oymaklar da Akkoyunlu boylarbirliğine dahil oldular. Bunlara Dulkadirli, Halep ve isfendiyar bölgesindeki bazı Türkmen aşiretleri de eklenerek Akkoyunluların insan gücünü artırdılar.
Safeviler, Akkoyunlu devleti’ni ortadan kaldırırken, Akkoyunlu hanedanına ve halkına karşı korkunç katliamlara giriştiler. Türkmenler, şarur, Almakulak ve Tebriz’de kıyıma uğradılar. Katliamdan kurtulabilen bazı aşiret bakiyeleri Safevi devleti içinde “Türkmen Oymak”’ı meydana getirdiler. Akkoyunlu ileri gelenleri ve tabi aşiretlerin çoğunluğu Osmanlı devleti’ne sığındılar. Osmanlı Devleti tarafından beylere dirlik tahsis edildi. Aşiretler ise, Osmanlılar’ın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya hakim olmasından sonra tahrire tabi tutularak, Erzurum, Muş, Bingöl yaylaları ile Urfa(Ruha)ve Berriye kışlakları kendilerine yurt tayin edilmeküzere Bozulus adı altında belli bir idari yapıya ve vergi düzenine dahil edildi.
Anadolu’da Osmanlı hakimiyetinin başlaması ile birlikte Batı Anadolu’daki konar-göçer Türkmenlerin Yürük/Yörük diye isimlendirildiği görülmektedir. Osmanlı vesikalarında Yörük” toprağı olmayan”, yani belli bir yerde durmayan “konar-göçer” olarak nitelendirilmiştir.
Yörükler gibi açıkça konar-göçer hayatı temsil eden Türkmenler ise vesikalarda bazen “Yörük” bazen de “Yörük Türkmenleri” gibi isimlerle anılmıştır. Bu cümleden olarak Halep Türkmenleri için “Yörükan-ı Halep”, Dulkadir Türkmenleri için “Yörükan-ı Maraş”, Bozok bölgesindeki Türkmenler için ise, “Yörükan-ı Bozok” adı verilmiştir. Osmanlılarda konar-göçerlikten çıkan Türkmenlere “Türkmenlikten çıktı”, Yörüklerde, yerleşik hayata geçenlere “Yörüklükten çıktı” deniliyordu.
Osmanlı devleti’nde Türkmenler, Yörüklerden farklı olarak, merkezi hükümet tarafından; yaylak ve kışlakları ile göçüp konacakları sahaların sınırları tesbit ve tayin olunarak belirli bir idari ve mali düzene tabi tutulmakta, kaza veya sancak statüsünde yönetilmekte idi.Böylece, bir ytandan aşiretlerin yaylak-kışlak güzergahlarının veya idari teşkilatlarının dışına çıkarak vergi vermekten kaçınmaları önleniyor; diğer yandan, büyük konar-göçer kitlelerin dağılması engellenerek ordunun ve büyük şehirlerin temel ihtiyaçları olan hayvan ve hayvani ürünlerin tedarikinde süreklilik elde ediliyordu. Türkmenler, XVI. Yüzyılın sonlarına kadar umumiyetle Anadolu’nun doğu yarısında idiler. Ancak, devlet nizamında meydana gelen çözülmeden sonra yavaş yavaş Anadolu’nun batı bölgelerine gelmeye başladılar.
Anadolu’ da en fazla Türkmen oymağı ihraç eden Dulkadirli ulusu Maraş’tan başka Diyarbakır, Halep, Bozok, Adana hatta Kütahya ve Aydın’a kadar yayılmıştı.Bu öühüm teşekülin bir bölümü İfraz-ı Zülkadiriye adıyla Adana bölgesindeydi. Bozulus, Halep, Yeni il, Danişmendli kazalarının içinde de Dulkadir ulusuna mensup oldukça fazla cemaat bulunmakta idi. Bayat, Döğer, Beğdili, Harbendelü, İnallu gibi büyük taifelerden ve bunlara bağlı irili ufaklı cemaatlerden oluşan Halep Türkmenleri, yazları Yeni İl’ e yaylağa çıkıyordu. Bundan dolayı Halep Türkmenlerine mensup cemaatlerin bir bölümü Yeni İl’ e dahil edilmişti.
Sivas’ın güneyinde Divriği, Şarkışla, Kangal ve Gürün ile çevrelenen sahada bulunan Yeni İl kazası Türkmenleri, Dulkadir ve Halep Türkmenlerine mensup camaatlerden müteşekkil idi.Bunlar Nurbanu Sultan’ın Üsküdar’da yaptırdığı caminin evkafının reayası olduklarından “Üsküdar Türkmeni” diye de anılmışlardır. Dulkadir ve Halep Türkmenleri’nin yurt tuttuğu bir başka bölge ise Bozok idi. Karaman, Akşehir, Aksaray, Ankara ve Konya’nın çevrelediği sahada bulunan Atçekenler at yetiştiriciliğinin yanısıra geniş ölçüde ziraat ile de meşguldular.Atçekenlerin yayıldıkları sahalar Eskiil, Turgud, ve Bayburd olmak üzere üç idari bölgeye ayrılmıştı.
Çukurova’daki Türkmenler kısa sürede yerleşik hayat geçmekle beraber, bilhassa Tarsus havalisinde yoğun olarak konar- göçer hayatı devam ettirmekteydiler. Tarsus Türkmenleri veya yaygın olarak bilindiği adıyla Varsaklar; Ulaş, Kuştemir, Kusun, Esenli, Gökçeli, Elvanlı, Orhan Beğli taifelerinden ve bunlara bağlı cemaatlerden oluşuyordu.
Bunların yanısıra, hemen her sancak dahilinde konar- göçer hayatı devam ettiren gruplar vardı. Bunlar üzerinde bulundukları arazinin mali düzenine göre tımar, zeamet, vakıf veya has reyası idiler. Akkoyunlu Türkmenlerinin bakıyeleri ile Dulkadir Türkmenlerine mensup bazı cemaatlerden oluşan Bozulus Türkmenleri Berriyecik(Berriye)kışlağı ile Erzurum yaylaları arasında konar-göçer hayat tarzını sürdürüyorlardı. Bu türkmen grupları genel olarak “bozulus”namıyla anılıyordu. Tarihi kayıtlarda bu şekilde geçmektedir. “boz” sıfatı Osmanlı Devletinin bölgede yeni bir idari yapılanma içine girmiş olması ile de alakalı olabilir. Çünkü, Diyarbakır’ın ilk idari taksimatında bölgede bulunan Akkoyunlu Türkmenleri, daha Karakoyunlular zamanında siyasi teşekkül haline getirilmiş bünyesinde Türkmen oymakları da bulunduran Karaulus aşiretleri ile birlikte “Aşair ve Ulus” adıyla sancak statüsüne bağlanmıştı. Bu sancak ilk önce Yadigar Bey’ in tasarrufunda iken muhtemelen 1526’da padişah haslarına dahil edilmişti. Yaylak ve kışlakları farklı bölgelerde olmakla beraber, Diyarbakır vilayetine bağlı iki konar-göçer topluluğun birbirine karıştırılmaması için Türkmenlere, Karaulus’ a nispet olarak “Bozulus” denilmiş olabileceği akla uygun görünmektedir. Konya bölgesindeki Eski-il adına mukabil Sivas’ın güneyine Yeni-il adının teşekkül etmesi bu görüşü destekleyebilir. Sivas’ın güneyinde yaşayan oymakların genel adı, Osmanlı öncesinde ve Osmanlı yönetiminde Yeni İl’dir. Bu topluluğun yaşadığı yer bugünkü Kangal, Alacahan, Mancılık, Yellüce(kangal’ın bir köyü)çevreleriydi. Yellüce dağı Yeni İl Obalarının ünlü yaylalarından biriydi.
Öte yandan, Akkoyunlu kaynaklarında Bozulus adına tesadüf edilmemesi, bu adın Osmanlılar tarafından verildiği kanaatini kuvvetlendirmektedir. Ulus kelimesi ise halk veya topluluk manasında olup, Türkçe’ deki “ülüş,uluş” kelimesinden gelmektedir. Ulus deyimi Akkoyunlular tarafından da “İl ve ulus” şeklinde aynı manalarda kullanılmakta, aşiretler bazen “Döger ulusu”, “Türkmen il ve ulusu” gibi isimlerle anılmaktaydı.
Osmanlı Devletinin XVII. Yüzyıllarda uyguladığı zorunlu iskan politikası, önemli derbend ve menzillerde büyük köyler oluşturmayı amaçlıyordu. Yol üzerinde bulunan hekimhan, hasan çelebi, Alacahan, kangal, Ulaş kasabaları bu politikannın ürünüdür. XVIII. Yüzyılda Alacahan’ın iskanı için oymaklarla devlet arasında büyük sorunlar ve karışıklıklar da yaşanmıştır. 1734 yılında İran’dan gelen Türkmen oymakları getirilerek buraya yerleştirilmişlerdir. Osmanlı Devletinde konar-göçer teşekküller sınırları belli bir coğrafyada, idari ve mali bir hüviyete sahip olarak yaylak ve kışlak hayatı sürdürmekteydiler. Umumiyetle tımar ve has reayası olan aşiretlere, nüfusuna, iktisadi durumuna veya sınırları içinde konup-göçtüğü vilayetin idari yapısına göre sancak ve ya kaza statüsü veriliyor; idareciler tayin edilmek suretiyle hukuki bir nizama kavuşturuluyordu. Bundan amaç, konar-göçer teşekkülleri denetim altında tutmak ve bilhassa vergi tahsilinde kolaylıklar sağlamaktı.
Belli bir konar-göçer teşekküllün içinde yer alan cemaat, nereye giderse gitsin statüsünü değiştiremiyordu. Bundan dolayı, çeşitli sebeplerden, başka memleketlere giden aşiret mensupları ya eski aşiretleri içine iade ediliyor veya geri döndürmek mümkün olmazsa kendisi için tayin edilmiş olan vergiyi, bağlı olduğu kaza dahilinde ödemek zorunda bırakılıyordu. Böylece konar-göçer teşekküllerin dağılması önlenmeye çalışılıyordu.
Diyarbakır’ın ilk idari teşkilatında aşiretlere “Aşair ve Ulus Livası” adı altında hukuki bir statü kazandırılmış idari ve mali tasarrufu ise Yadigar Bey’e bırakılmıştı. Kısa bir süre sonra mali idarisi Yadigar Beyden alınarak padişah haslarına dahil edildi.Buna mukabil sancak statları uzun süre muhafaza edildi.Sancağın idari merkezi olarak birlikte resmi vazifeler sancak beyi ve kadıdan oluşuyordu.Sancak Bey özellikle yaylağ çıkışlarda ve kışlağa dönüşlerde ulusun emniyetini sağlamakla görevliydi ve merkezi hükümet bu vazifesi ihmalinde asla mazaret kabul etmiyordu. Bozulus’un Orta Anadolu’ya gelmesinden sonra sancak statüsü yerine kaza düzenine geçildi ve kadı marifetiyle idari edilmeye başlandı. Bilindiği gibi Kadılar, kaza merkezinde ikamet ederek kazanın adli ve idari işleri ile meşgul oluyorlardı. Kaza statüsündeki konar-göçer ulusların kadılığına tayin edilen kişi bu vazifesini aşiretler arasında dolaşarak ita etmekte olduğundan belli bir merkeze bağlı bulunmuyordu. Bu yüzden yazları idarisinde bulunan aşiretlerin yaylalarında kışı ise kışlak bölgesine yakın şehirlerde geçiyordu.
İl ve ulus kadıların temel vazifesi idareleri altında bulunan konar-göçer teşekküllerin her türlü kazai ve idari işlerini yürütmekti. Bu yüzden merkezi hükümetin gönderdiği hükümlerde kadı ya da hitap ediliyordu.Kadı, gelirleri noksan gelen aşiretlerin teftişini yapmak ve fakir düşmüş olan aşiretlerin ödemleri gereken vergi miktarını tahminlere göre yeniden paylaştırmak, iskan edilmiş aşiretlerin hukuki ve mali haklarının muhafaza edilmesi hususunda merkezi hükümete arzetmek, aşiretlerin devlet ile münasebetlerini düzenlemek voyvoda ve kethudalık makamına tayin edilen kişilerin ellerine verilen berat, emr-i şerif veya teskirilere sicil defterine keydetmek, eşkiyalık veya türlü sebeplerle aşiret düzenini bozan voyvoda, kethuda veya aşiret mensuplarını hükümete bildirmek ve gerekli tedbirleri almak gibi vazifeleri de yerine getiriyordu.
Konar-göçer teşekküllerden padişah haslarına dahil olanlar mali bakımdan mukataya verilmek suretiyle idare edildiği zaman başlarınada hükümet tarafından tayin edilen voyvoda bulunuyordu. Türkmen ağası diye de bilinen voyvodaların temel vazifeleri, kethudaların veya boy beylerinin miri için tashil ettikleri vergileri hazineye ulaştırılması olmakla beraber bazı hallerde kendileri de vergi topluyorlardı. Voyvoda bir yıllık vergi döneminde o yıla ait vergilerin tahsili ve yerine ulaştırılması macıyla tayin edilmekteydi.Ancak, hükümetin voyvodanın hizmetinden memnun olması halinde süre yine bir yıllık olmak üzere uzatılıyordu.Bir voyvoda bazen birden fazla Türkmen mukavatısını uhtesinde bulundurabiliyordu. Voyvodalar, başka memleketlerden veya teşekküllerden gelerek aşiretler arası karışan cemaatlere himeye etmeyip, yine eski yere göndermekte mükelleftiler. Keza, eşkiyalık yapıp aşiretler arasında saklananları da hükümete bildirmek zorundaydılar.
Voyvoda tahsil edilecek verginin adeletle dağılımının oluşturmak amacıyla tahrirlerin yenilenmesini sağlıyordu.Ayrıca, maddi gücünü kaybetmiş veya o yıl ki vergilerinin tamamını ödeyememiş aşiretlerden vergi indirimi yapılmasını ve durumlarının yeniden tespitinin merkezi hükümete bildiriyordu. Bu suretle, dağılmaya başlayan aşiretlerin yeniden toparlama imkanı elde ettiği gibi vergi dairesini dışına çıkmış olan, aşiret mensuplarını eski yere gönderme yetkisine sahip oluyordu. Voyvodalar aynı zamanda iskan edilmiş aşiretleride eğer Bozulus voyvodalığına da bağlılığı devam ediyorsa haklarının muhafazası ve başkalrı tarafından yapılacak her türlü müdehalanin önlenmesini üzerine alıyorlardı.
Cemaatler, belli bir bölgede, hukuki nizam içinde hareket ediyor olmaları sebebiyle belli bir iç düzene ve devlete olan yükümlülüklerini düzenleyecek teşkilat yapısına sahip idi. Aşiretlerin idari bakımdan birleşmeleri ile boy meydana geliyordu. Burada birinci derecede görevli “Boy Beyi “idi Bozulus’ un Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bulunduğu esnada boy beyliği vazifesine tesadüf edilmemekle birlikte bu vazifenin kethudalar tarafından yerine getirildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan aşiretler arasında herhangi bir vazifeyi üstlenmemiş “bey” unvanını taşıyan kişiler görülmektedir. Bu husus, onların Akkoyunlu Devletinin hizmetinde bulundukları esnada aristokrat zümreyi meydana getirmiş olmalıdır.
Boy Beyleri, aşiret ihtiyarları kethudalar ve voyvodaların beylik vazifesini yerine getirmeye müktedir. Olduğu yolundaki kanaatları açıkladıktan sonra padişah beratiyle ile vazifeye tayin edilirlerdi. Bu nedenle Bey ilk devletin halk üzerindeki kontrolün kalkmasını bir sonucu olarak ortaya çıkmıyor bilakis merkezi hükümetin dağınık topluluklar üzerindeki kontrolünün bütün gücüyle mütessir olduğu dönemlerde aşiretleri ileri gelenlerinin önerileri ve kanaatları dikkate alınarak “beyliğe tayin” yapılıyordu. Boy Beyliği babadan oğula geçebilirlerdi. Ancak, bu hali vuku bulması için kişinin “layık ve müstehak” olduğunun aşiret ileri gelenleri ve kethudalar tarafından onaylanması gerekiyordu. Bundan sonra padişahın beratını gerektiriyordu. Bu durum kişinin idari görevinin merkezi hükümet tarafından tanınmasında başka, merkezciliğin tabii bir sonucuydu. Beyliğin babadan oğula geçmesi bey seçiminde geleneklerin yer yer ön plana çıktığını göstermekteydiler.
Prof. Ömer Lütfi Barkan, vergi kayıtlarına dayanarak 1520-1535 ve 1570-1580 dönemlerindeki vergi ödeyen yerleşik İslam ve göçebe hanelerinin sayısını hesaplar, göçebe ve yerleşik oranı hakkında bir fikir verir. 1520-1535 döneminde Anadolu’da 388.397 hane yerleşik ıslam ve 77.268 aile vardır. Yerleşik düzene geçenlerin göçebe durumda olanlara oranı % 16,29’dur. 1570-1580 döneminde yerleşik ıslam hane sayısı 535.495 iken göçebe hane sayısı ise, 116.219’dur. Oran ise % 17,28’dir. Rumeli’de ise, XVI. yüzyıl başlarında 156.565 yerleşik ıslam hanesine karşı 37.435 göçebe hane vardır. Oran % 19.3 tür. 832.707 hane Hristiyan ve yerleşik düzende olan nüfusu da hesaba katılırsa, Rumeli’de yerleşik göçebe oranı % 3,6 gibi önemsiz bir orana düşer. Anadolu’daki yer adlarının Türkmen boy adlarının birçoğunu taşıması Anadolu’ya Türkmen yerleşmesinin en önemli kanıtlarından biridir...
Osmanlı Toplumunu oluşturan unsurlardan birisi, ilk bakışta Osmanlıyı meydana getiren insanların aşiretler, yahut konar göçer halde yaşamakta olan halk kesimidir. Yaşadıkları hayat tarzına göre mevsimden yaylak ve kışlak bölgelere birbirinden bazen çok uzakta bulunmaktaydılar. Çünkü iktisadi hüviyetleri itibariyle hayvancılıkla meşgul olan aşiretler biraz da sürülerine otlak bulmak amacıyla zamanlarının mühim bir kısmını değişik yerlerde geçirmek zorunda kalıyorlardı. Bunda da sahip oldukları at, koyun, keçi, katır ve deveden ibaret sürülerini otlak ve su bulmak kadar, onlara bağlı hayatlarını idame ettirmek endişesi de elbetteki saklıdır. Bilindiği gibi Osmanlılar’ın menşeinin Oğuzlar’ın Kayı boyu olduğu malumdur. Bundan başka aşiretlerin bir kısmı topraklarına kattığı Anadolu Beyliklerinden Karamanoğulları, Dulkadirliler, ısfendiyaroğulları, Candaroğulları, Eratnalılar gibi beyliklerin oymak ve mensubu oldukları aşiretlere mensupturlar.
Bunların bir kısmı da Akkoyunlu Devleti’nden tevarüs eden Osmanlılar bunlardan türlü yollardan istifade ediyorlardı. Osmanlılar, yerleşik halk ile konar-göçer halk arasında bir bütünlük meydana getirmeye çalışmışlardır. Osmanlı kanunlarında konar-göçerlik Türkmen” tabiri ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Fırat nehrine karışan Belih (Tohma Suyu) nehri kenarına ve Sivas bölgesinden Rakka’ya kadar olan bölgelere Türkmen oymaklarından ısküdar’daki Valide Sultan Evkafı hassına tabii Beydili ve diğer oymaklardan güneyden Arap aşiretlerinin istilalarını önlemek maksadıyla 1693 yılında iskan kanunlarına göre Sivas, Erzurum ve Kemah bölgelerine 80.000 çadır halk yerleştirilmiştir. Bunlar arasında Darende’ye tabi tımar reayasında sofular ve eski Darende sakinlerinden Şeyhoğulları malikanesi olan Dedeşlü Türkmenleri yerleştirilmiştir. Bunlar yazın Tohma Havzasında yaylamakta kış aylarında da Halep taraflarına inmekteydiler. Türkiye’deki bu iskan siyaseti bir bakıma genişleme siyasetinin aksine içi dönük yerleştirme siyasetidir. Tarihte devletler çok çeşitli yol sistemleri oluşturmuşlardır. Cengiz Han Devleti’nde “yam”, Arap devletlerinde “berid”, Safevilerde “çaparhane” adını taşıyordu. Bu örgütlenmeler Osmanlı devleti zamanında “menzil” adını almıştır. Menzil: haberin bir an önce istenilen yere ulaştırılması için kurulan konaklama noktalarıydı. Osmanlı İmparatorluğundaki menzil örgütü İlhanlılar’daki “Ulak” teşkilatına benziyordu. Ulaklara ait Osmanlı yasalarında bir takım hükümler vardı. Örneğin haberiyerine ulaştırmakla görevli ulak’a haberi götürmek için gerekli araç gereç, yiyecek ve içecek olmak üzere tüm ihtiyaç ve istediklerinin sağlanması hakkına sahip bulunmaktaydılar. Daha sonraki yıllarda meydana gelen bir takım olumsuzluklar ve şikayetler üzerine, Kanuni Sultan Süleyman zamanında ulakların eline “inam hükmü” adı verilen bir yetki belgesi verilmesi karara bağlanmıştır.
Menziller ordunun ihtiyaçlarının karşılanmasında da kullanılıyordu. Sefer zamanında ordu için gerekli mal, eşya ve hizmetlerin sağlanmasında ve yerine getirilmesinde menzillere önemli görevler yüklenmişti. Mwnziller hem ticari hemde askeri amaçla kullanılıyordu. Menzili “menzil Emini” adı verilen kişi yönetiyordu. Menziilin harcamaları ise, menzilin bulunduğu yöre halkından toplanan paralarla karşılanmaktaydı. Menzile para ödemekle yükümlü kişilere “menzilkeş” adı veriliyordu. Menzilkeşlere bazı vergilerden muafiyet tanınmaktaydı. Bazı menzillerin finansmanı için bir yada birden fazla köy “ocaklık” olarak belirleniyordu.
Ulaşımı sağlayan bir başka ulaşım teşkilatı ise, “derbent” teşkilatıdır. Osmanlı İmparatorluğunda XV. Yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Farsça’da “der” geçit, “bend” ise tutmak anlamındadır. Derbendler, genellikle yolların kavşak noktaları ve merkezi yerlerde, tehlike arz eden geçitlerde görev yapıyordu. Derbend yerine “belen” adı da verilmektedir. “Bel” kökünden gelen bu kelime; bir vadiden başka bir vadiye giden geçit anlamındadır ve Çağatay Türkçesinde yer almaktadır. Drebendleri menzillerden ayıran en önemli fark, menzillerin haberleşme ve konaklama için, derbendlerin ise yol güvenliği için kurulmuş olmasıdır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sivas-Malatya yolu; Üsküdar-Gebze-İznik-Bolu-Tosya-Merzifon-Tokat-Sivas-Hasançelebi-Malatya-harput-Diyarbakır-Musul-Bağdat güzergahını takip ediyordu. Osmanlı Padişahı IV. Murad, bağdat seferi esnasında (muhtemelen dönerken) bu güzergahtan geçmiştir. Bu seferin öyküsünü anlatan menzilmname, yollardaki menzilleleri kısa bilgilerle tanıtmaktadır. Burada anlatılanlara göre 1639 da, ordunun konakladığı menziller, Malatya-Sivas arasındaki güzergahta şu yerler bulunmaktadır. Malatya-Hasan Badrık-Hekimhan-Hasançelebi-Alacahan-Kangal-Tecer (Ulaş)-Tuzlu-Selçuk Hanı-Sivas’tır. 1639 tarihlerinde Kangal büyük bir kasaba idi. Hasançelebi, Hasanbadruk, Alaca han gibi yerler daha küçük yerleşim birmleriydiler. 1639 yılında Sivas-Malatya yolunu izleyerek badrak Bağdat’tan İstanbul’a dönen Osmanlı ordusu bu tarihten 16 yıl sonra 1655 yılında, ayaklanan Bitlis Han’ın üzerine gönderilern melek Ahmed Paşa komutasındaki orduda Sivas-Malatya yolunu izlemişti. Bu esnada ünlü seyyah Evliya çelebi de bulunuyordu. 1655 yılı mart ayının sonlarında Sivas’tan Malatya’ya doğru yola çıkan ordunun uğradığı yerler ve yolundurumu şöyleydi: Sivas-Ulaş: Eğriköprü’den geçilip 7 saatte Ulaş’a varılmıştı. Türkmen Ağası yönetiminde olan Ulaş kasabası’nda cami, han ve dükkanlar vardı. Ulaş-Sultan Hasan: Şiddetli kar fırtınasında binbir güçlükle geçilen bu yolda, dikili taşlar ve çam ağaçları vardı. Türkmen Ağaları bu taş ve çamları yolcuların yolunu yitirmemeleri için dikmişlerdi. Sultan Hasan bilindiği gibi Akkoyunlu beyi Uzun hasan’ın yaylak yeri idi. Sultan Hasan-Kangal: Bu yol ancak yedi saatte alınabilmişti. 16 yıl önce büyük bir köy olarak tanımlanan Kangal, kaaba halini almıştır. Türkmen Ağası yönetimindeki Kangal’da han, cami, birkaç dükkan vardı. Kangal ve çevresi can güvenliğinin olmadığı korkunç bir yerdi. Kangal-Alacahan: Alacahan menzilinde, süslü taşlarla örülmüş küçük bir han vardı. (Bu han halen varlığını sürdürmektedir) Bu menzil Türkmen Ağası yönetimindeydi. Yol üzerinde çok gerekli küçük bir handı. Alacahan-Hasançelebi: kar fırtınasında güçlükle Hasançelebi menziline ulaşılmıştı. Hasançelebi 300 hanelik bir köydü. Köyde cami ve han vardı. Halkı Türkmenlerden oluşmaktaydı. Hasançelebi-Hekimhan: hasan çelebi’den yola çıkan ordu şiddetli rüzgarda Çökeç köyüne sığınmak zorunda kalmıştı. 100 haneli bir köy olan Çökeç’te Türkmenler yaşamaktaydılar. Hekim Hanı-Hasan Badruk: Bu yol 7 saatte alınmıştı. Hasan Badruk menzili, Sivas-Malatya güzergahının sınırındaydı. 200 haneli bir köydü. Köyde bir han ve kubbeli bir camisi vardı. Ordunun geleceğini haber alan şahsevenlerden oluşan halk dağlara kaçmıştı. Hasan Badruk’tan sonra Malatya’ya varılmıştı.
IV. Murat zamanından itibaren de Osmanlılarda zorunlu yerleştirme ve iskan politikalarına başlanılmıştır. Osmanlıların bu iskan politikasının da iki ana nedeni vardır: 1-Yıldız yerleştirme sistemi uygulaması, 2-Arap yayılmacılığına karşı önlem alınması gayesiyle.
Yıldız sistemine göre iskanlaştırma: Bu sisteme göre, herhangi bir köy eğer Türkmen köyü ise ona akraba olanlar değil, bilakis akraba olmayan bir başka Türkmen boyu o köye yerleştirilerek böylece Türkmen boyları Anadolu’nun çeşitli bölgelerine serpiştirilmek suretiyle yerleştirimişlerdir. Böylece köyler arasındaki aşiret bağlarının çözümlenerek devletin aşiretten devlete ulaşmasını (Devlet olma aşamasına) geçme politikasını sürdürmüştür. Böylece Türkmen halkın homojenleştirilerek millet olma ve aşiretten devlete ulaşmasının sağlanması hedeflenmiştir. Bunun da iki amacı vardır:
1-Böylece Osmanlı’ya kimse başkaldıramayacaktır ve iç isyanlar böylece önlenmiş olacaktır.
2-Halkın homojen bir yapıya kavuşturularak aşiretten millet ve devlet haline gelme çabasıdır. 1876 yılında da Fırka-i Islahiye (zorunlu göç olayı) vardı. Türkmen aşiretlerinin birçoğu yazları Orta Anadolu’da kış aylarında da Suriye çöllerinden, Antakya ovasından, Lazkiye Limanına kadar olan havalide yaşıyorlardı. Böylece havalide konar-göçer bir vaziyette ve başıboş olarak bazı zaman da devlete isyan bile eden Türkmen boylarının Anadolu’nun çeşitli yerlerine iskan edilerek bir sorunun çözülmesinin sağlanması hedeflenmiştir. Osmanlılar’da bir diğer iskan etme sistemi (yerleşme planı)de derbent ve geçitler vasıtası ile tatbik edilmekte olanıdır. Askeri ve ticari yolların korunması ve yolların muhafazası ile beraber halkın emniyetini sağlamak için köprücü, derbendçi vb. gibi geri hizmet sınıfıları mevcuttu. Derbendçi tayin edilmiş olanlar, gördükleri hizmetler karşılığında Avarız-ı divani ve Örf-i Tekaliften muaf tutulmuşlardı. Derbendçiler ve köprücüler genelde toprağını kaybetmiş köylülerden ve konar-göçer oymak mensuplarından seçiliyor ve derbentlere yerleştirilmek suretiyle iskan meselesi de çözülmüş oluyordu. Böylece her derbent mahallinde az zaman sonra birer iskan yeri doğarak köy haline geliyordu. Osmanlı ımparatorluğu 1691 yılı baharından itibaren konar-göçer oymaklar harab yerlere yerleştirildiler. Örneğin Sivas eyaletinde Alacahan ve Ulaş isimli yerlerdeki bölgelerde hiç kimse bulunmadığından buralara tamamen sahipsiz ve boş arazilerdi. 28 Temmuz 1723 de verilen bir kararla bu bölgelere de konar-göçer (Türkmen) halk yerleştirilmek suretiyle buraları yerleşim alanları haline getirilmiş oldu. Vergi kayıtlarına göre, XVI. yüzyıl başında vergi ödeyen hanelerin % 92’si Müslüman, ancak % 7.9’u Hristiyandır. Öte yandan göçebe olarak Türkmenler giderek yerleşik düzene geçmeye başlamıştır. 1520-1535 yılları arasında Anadolu’daki Müslüman nüfusun ancak % 16.29’u göçebe halindedir. 1691 yılındaki kapsamlı bir göçebe yerleştirme siyaseti izlenmiştir. Bunun sonucu olarak da göçebe nüfus daha azalır duruma gelmiştir. Bu dönemlerde de Osmanlı kanunlarında konar-göçerlik Türkmenlik” tabiri ile eşanlamlı kullanılmış olduğu gibi Anadolu’daki Yörükler için Aşiret” tabiri kullanılmaktadır. ıktisadi faaliyetleri yaylak kışlak hareketlerine tabi konar-göçer hayat tarzında yaşıyanların ve tedrici de olsa kışlak ve yaylaklarındaki otlaklarında iptidai çiftçilik yapanlara bu ad verilmekteydi. Esasen Osmanlı döneminde Anadolu Türk Aşiretlerinin o zamanki durumlarını kısaca tahlil ettiğimizde Yörük ve Türkmen adlarıyla başlıca iki guruba ayrıldıklarını ve genellikle Orta Anadolu’da bulunanlara ve Batı Anadolu’da bulunan aşiretlerin Yörük, Doğu ve Güney Anadolu Bölgeleri’nde yaşayan boy ve oymakların ise; Türkmen adıyla anılmış olduğunu görürüz. Yörüklerin diğer Türkmen guruplarına göre ziraate daha çabuk uymak kabiliyetince olup diğerlerine göre daha süratle yerleşik hayata geçebiliyorlardı. Anadolu’da konar-göçer aileler bir diğer deyimle Aşiretler(oymaklar)her ihtiyaçlarını kendileri üretiyorlardı. Gömleğinden çuvalına kadar her şeyini kendi dokur; umumiyetle kendi kendine yeten aşiret içinde kapalı bir iktisadi hayat sürerlerdi. Sahip oldukları hayvanlarda çeşitli şekilde istifade ettikleri gibi çobanlık ve diğer muhtelif mesleklerle de uğraşmaktaydılar. Osmanlı ımparatorluğunda 1520-1535 ve 1570-1580 dönemleri de dahil olmak üzere daha sonra yapılan 1691 ve 1694 yıllarındaki iskan siyasetinden sonra eyaletlerin yeniden teşekkülü ve yeni bir yerleşim siyasetinin uygulamaları sebebiyledir ki Osmanlı ımparatorluğunun teşkili tarihi göçebe Türk Oymaklarının boş toprak bularak yayılma ihtiyacını doğurduğu bir askeri istila olup bu kalabalık nüfusun yer ve yurt değiştirmesi ve yeni ülkelerde yurt edinme tarihi olarak kabul edilmektedir. Oğuz boylarından bir çoğu bu dönemde Sivas ve havalisine yerleştirilmişti. Örneğin XVI. Yüzyıl kayıtlarına göre Sivas sancağında bir çok yerin adı Bayındır’dır. Bayındır ise Oğuz boyunun sadece birisinin adıdır. Bayındır boyunun vilayetlere göre dağılışı çok önemlidir. Çünkü bu dağılış Doğu Anadolu’dan başlayarak Batı Anadolu’ya kadar devam etmiştir. Keza Samsun, Ankara, Konya, Antalya, Bolu, Burdur, Çankırı, Çorum, Aydın, Kastamonu, Elaziz, Diyarbakır, Amasya, Malatya, Maraş, Sivas, Erzurum, Bursa, Denizli, Seyhan vb. gibi vilayetler bu kabildendir. Kınık Boyu, Sivas Vilayeti’nde Aralık Evi adlı bir yerde yaşadıkları görülüyor. XVI. Yüzyıl kayıtlarına göre Sivas sancağında sekiz tane yerin adı da Kınık geçmektedir. Kınık boyunun vilayetlere dağılımı da çok önemlidir. Çünkü Anadolu’da 81 yerin ismi Kınık geçmektedir. Kütahya, Malatya, Sivas, Antalya, Ankara vb. gibi bölgelere yerleşmişlerdir. XVII. Yüzyıl kayıtlarına göre, Sivas sancağında sekiz ve Sultanönü sancağında iki yerin adı Kayı’dır. Yine Oğuz boylarından Eymür Oymağına mensup aşiretler Kayseri, Malatya, Sivas, Kütahya, Ankara, Aydın, Bolu, Bursa, Yozgat, Samsun, Ordu, Sinop, Tokat vb. gibi illerde de bu boylar yerleşmişlerdi. XVI. yüzyıl kayıtlarında Sivas sancağında yedi, Malatya sancağında da bir yerin adı Eymür’dür. Oğuzların bir başka boyu olan Çavundurlar ise; Manisa, Muğla, Antalya, Kütahya, Çankırı, Isparta, Amasya, Kastamonu, Konya, Sivas ve Ankara vb. gibi illere yerleşmişlerdir. XVI. Yüzyıl kayıtlarına göre üç yerin adı Sivasta Çavundur idi. Oğuzlar’ın Kızık Boyu, Malatya, Maraş, Sivas, Kayseri, Balıkesir gibi yerlere yerleşmişlerdi. XVI. Yüzyıl kayıtlarında Malatya sancağında bir Sivas sancağında ise iki yerin adı Kızık idi. Oğuzlar’ın Iğdirler ve Dodurga Türkmenleri de Sivas bölgesine yerleşen Oğuz boylarındandırlar. Beydili Hafik de, Salur ve Bayat Yıldızeli’nde, Yüreğir Malatya, Maraş ve Sivas ta, Çepniler Gemerek de Karluklar Hafik de yerleşmişlerdi. (2)
XVI. Yüzyıl sonlarında meydana gelen ictimai buhranlar Anadolu, Rumeli ve Suriye’de binlerce köyün boşalmasına ve harap olmasına neden olmuştu. Bunun içinde harap köylerin bir an evvel iskan edilmesi için zaman zaman devletin otoritesine uymadıkları gibi yerleşik düzene geçmiş olan halk ile de anlaşmayan ve çoğu kez zarar veren konar göçer ailelerin büyük çoğunluğu devlet tarafından re’sen böyle boş yerelere iskan edildiler.
Örneğin Güney Anadolu ve Suriye bölgesindeki yerleştirme, oymak oymak yapılır. Boy ve oymaklar beylerine en verimli yerlerden geniş arazi verilir. Özellikle de Urfa’nın güneyindeki Rakka, en belalı boy ve oymakların sürüldüğü bir cezalandırılma bölgesi olur. Yerleşikliği bırakıp kaçan ve soygun yapan oymaklar Rakka’ya sürülür. Beğdili boyu burada erir. Ama birçok boy ve oymak kaçmayı başarır. Örneğin bir kısım Çepni oymakları Rakka’dan iki kez kaçmayı başarırlar, sonunda Ege bölgesinde yerleşik düzene geçerler. Zamantı Çayı kenarında (Bugünkü Hurman Çayının üst kısımlarından Pınarbaşına kadar olan yerlere ve buraya yakın yerlere) rahat durmadıkları ve kovgun yaparak yani komşu oymak ve köylülerin hayvanlarını süren ve bazen de kervanları soyan Halep Türkmenlerinden olan Avşarlar, 1703’de Rakka’ya sürülürler. Kaçarlar, yakalanıp tekrar sürülürler (1712), fakat burada yine kaçarlar. 1730’da yine buraya sürülürler. Fakat yine dönmeyi başarırlar. Soygunculuk ve yağmalarını sürdürürler. 1742’de Avşar ileri gelenlerinin çoğunun idamı kararlaştırılır, ama sonuç değişmez.
XVIII. Yüzyılın ikinci yarısında devlet iyice zayıfladığından Avşarlar Kayseri-Malatya-Elbistan yolunun denetimini ele geçirirler, postaları ve kervanları soyarlar. XVI. Yüzyılın sonlarında meydana gelen ictimai buhranlar (Celali isyanları ve Saruca Sekban” teşkilatının yapmış olduğu talanlar gibi rahatsızlıklar) Anadolu’da ve Suriye’de hatta Rumeli’de bile birçok köyün boşalmasına ve harap olmasına yol açmış ve birçok yerleşik düzene geçmiş olanların tekrar konar-göçer hayat tarzına geçmelerine sebep olmuştur. Osmanlı ımparatorluğunun temelini teşkil eden çiftçi halkın ve topraklarının bu şekilde harap olması iktisadi buhranlar serisinin sonucu olarak kabul edilebilir. Bu şekilde birçok köylerini bırakmak zorunda kalmış çiftçiler, topraklarını bırakarak bir diğer köy veya şehire yerleşmek zorunda kalmışlar veyahutta bazı oymak ve boyların yaptığı gibi Saruca Sekban guruplarına katılarak kendilerinin uğramış oldukları muamelelere başkalarını maruz bırakmışlardır. Osmanlı ımparatorluğunun böyle bir olumsuz duruma mutlaka son vermek mecburiyeti vardı. Çünkü devletin temeli tarım ekonomisine dayanıyordu. Ekonominin düzelmesi ise temelli ve kalıcı bir iç iskan siyasetinin gerçekleştirilmesiyle mümkün olabilirdi. İşte 1691 yılındaki iskan siyaseti ve daha sonraki iskanların temelinde hep bu sorunlar yatmaktaydı.
İl veya Ulus ismi altında guruplandırılan konar-göçer halk sırasıyla Boy (Aşiret), Oymak (Cemaat), Oba (Mahalle) bölümlerine ayrılmıştır. Boy ve oymakların başında bir bey (Araplarda şeyh) bulunuyordu. Boy veya aşireti teşkil eden gurupların başında bulunan Kethüda veya ihtiyarların bir şahsı boy beyi kabul edecekleri hakkında görüşüp anlaşmaları üzerine, hükümet tarafından da o şahsın tayin edildiğine dair hükümet tarafından Tayin Beraatı” verilirdi. Kethüdaları da boy beyleri tarafından tayin edilmekteydi. Bunların idari tarzları ve uygulanan hukuku nizam ise; konar-göçer halk üzerinde bulundukları toprakların ayrıldığı şekle göre, Tımar, Zeamet ve Has Reayası diye bölümlendirilmekteydiler. Yörükler, umumiyetle timar ve has reayası, Türkmenler ise, has reayası idiler.
Yine II. Türkmenler’i ısküdardaki Valide Sultan Evkafının (Vakıflarının) reayası sayılmaktaydılar. Bu sebepten kayıtlarda bazen ısküdar Türkmeni veya Üsküdarevi” şeklinde geçmektedir. Sivas’ın güneyinde bugünkü Kangal kazasında da bulunduğu bölgeleri kaplıyordu. Yellüce, Mancınık, Alacahan vb. gibi yerler Yeni-İl’in bulunduğu bölgelerdi. (18)
Halep’ten gelen Türkmenleri de aynı evkafın mukataasına (Vakıfların ait olduğu bölgesine) da idiler. Sivas taraflarına yaylaya çıkmakta ve orada Dulkadirli teşekküllleri ile beraber Yeni-ıl meydana getirmektedirler. Halep Türkmenleri ve Yeni-ıl Hasları tabi bulunan oymaklar yazın Arapkir, Canik (Samsun), Divriği (Darende divriğine, Gürün’de Darende’ye bağlıydı.) Çorum, Amasya ve Sivas sancaklarında yaylayıp, kışın Şam taraflarında konup göçerek kışlık yaparlardı. Dulkadirli Ulusu geniş bir sahaya yayılmıştı. Maraş ve Elbistan bölgelerinde (Bugünkü Gürün ilçesine bagli bulunan Yolgeçen, Beypınar, Akdere gibi köyler o tarihlerde Elbistan’a bağlı bulunmaktaydı.) başka Kars-ı Dulkadiriye (Kadirli Kozan) bölgelerinde ve kuzeyde Bozok ve Sivas bölgelerinde yurt tutmuşlardı. Dulkadiriye’den sayılan bu yerler(bu guruplar)1695 yılı kayıtlarına göre Sultan’a has tayin olmuştu. XVI. Yüzyıl sonlarında Eyalet-i Rum (Sivas) Eyaletinde 3021 tımar bulunmaktaydı. (3)
1143/1730 tarihli bir tezkirenin beyanında da anlaşıldığı gibi Sivas o zaman mutasarrıflık (Mütesellimlik) ve Darende de Sivas’a bağlı bulunan Divriği sancağının bir kazası Gürün (ilçesi) bu tarihlerde Darende’ye bağlı bulunan bir köy konumundadır. (Bakınız harita: 37. )
1236/1821 tarihli Arıza ve fermanlarda anlaşıldığı gibi Sivas Valisi vezir Asgar Paşa ve Darende kazası müdürü ise Osman Bey isminde bir zattır. 1262/1846 tarihinde (I. Abdülmecid zamanında) Sivas Valisine gönderdiği bir hüküm suretinde belirtildiği gibi Gürün, Darende kazasına bağlı bir nahiye konumunda ve buranın müdürü de Abdülfettah Ağa isminde bir zattır. Bu tarihi belgeye göre Darende’de medfun bulunan Somuncu Baba’nın evlatlarının elinde bulunduğu vakıflara ait bulunan Suçatı, Yuva, Bağlıçay, Ayvalı yerlerin gelirlerini Gürün Nahiye Müdürü Abdülfettah Ağa,’nın 1261-1262/1844-45 yıllarına ait gelirlerine el koyarak vermemesi ve kendisinin toplaması üzerine padişaha dilekçe ile başvuran Somunca Baba’nın evlatları ve dönemin Darende Müftüsü (Kadı) tarafından payitahta dilekçe vermiş olduklarindan bahsetmekte ve bu şikayet üzerinede padişah bu durumun düzeltilmesi için Sivas Valisi’ne bu konuyla ilgili bir ferman göndermiştir. Bu fermanda da açıkça anlaşıldığı gibi bu tarihlerde Gürün Nahiye konumunda ve Darende kazasına bağlı bulunmaktadır.
İşte bu dönemlerde, Osmanlı Devleti’nin imparatorluk olmaya başladığı tarihlerde göçebe Türkmenlerin yerleşik düzene geçtigi ya da devlet tarafından zorunlu iskana tabi tutulduğu dönem olmuştur. Bu tarihlerde kişin güney bölgelerine yazın da Tohma Havzasına gelerek koyunlarını otlatmakta olan Türkmenlerin sayısı oldukça fazladır. Aslında Gürün ve havalisine ilk yerleşme obalar halinde değilde sayıları sınırlı ölçüde kalmış olan aileler yerleştirilmişlerdi. Daha Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey’in babası olan Orhan Bey, torununun (Osman’ın en küçük oğlunu) Cimri hadisesinden sonra Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev’in hizmetine vermişti. (1264-1283) Keyhüsrev de bu çocuğa Kahta tarafında Yığnık mıntıkasını tımar olarak vermişti. İşte bu zatın çocukları olan Halil, Bayat ve Ahmed Beyler bu bölgelerde ve Malatya havalisinde aşiret beyleri olarak bulunuyor ve hüküm sürüyorlardı. Hicri 798’de yani Miladi 16 Ekim 1395-4 Ekim 1396 arasında Memlüklü Sultanı Berkük ölünce Yıldırım Han Malatya bölgelerine hücum ederek bu bölgeleri tümden ele geçirdi. Darendeyi ve buraya bağlı yerleri ve Besni’yi de aldı. Sonra geri Bursa’ya döndü. İşte bu sıralarda da akrabaları olan insanlarla bu bölgelerde karşılaşmıştı.
Daha önceden de Hicri 730 tarihinde (Miladi: 1326 yılında) Orhan Gazi Bursa’yı fethettiği zamanlarda bu savaşa katılan Darende, Niğde ve Kayseri ahalisinden, Darende ahalisinin bir kısmını Bursa’ya yerleştirmiş olduğu gibi 46 hanelik Türkmen gurubunun da 6 hanesini Gürün’e ve 40 hanesini de Darende kalesine yerleştirmiş ve 700 haneye ulaşan Darende kalesini de yeniden tamir ettirmişti. Rivayetlere göre Battal Gazi Rumlardan iki önemli askeri yakalayarak Malatya’ya götürürken bugünkü Bahçeiçi köyünde(Tıhmın)bunları bir ağaca bağlar kendisi de ikindi namazını kılmaya durur. Bu arada bu iki Rum bağlarını çözerek kaçarlar. Ve namazını bitiren Battal Gazi bunları aramaya başlar ve yolda bu bölgede yaşayan Müslümanlardan bir rivayete göre de burada yaşayan Rumlar’dan bu iki kişinin ne tarafa gittiğini sorar adamlar ise Tahminen” şu tarafa gitti diyerek Gürün tarafını gösterirler.
İşte bu tarihten sonra Tıhmın köyünün adı Tahminen” sözünün değişikliğe uğrayarak Tıhmın”a dönüşmesinden meydana gelmiştir. Yine rivayetlerde Battal Gazi şimdi halkın bir takım çabut vb. gibi şeyleri bağlayarak ziyaret vb. gibi saydığı bir çınar (aslında bu ağaç meşe ağacıdır) ağacı bulunmaktadır. Güya bu ağacı Battal Gazi kuru bir dal iken veyahutta elinde bulunan asasını dikmiş ve olduğu kesinlik kazanmış olur. Çünkü 1830’lu yıllarda bile Gürün’ün ve yöresinin köyleri de dahil olmak üzere büyük bir ormanlık bölge olduğunu yaşlı insanlar anlatmaktadırlar ve Güründeki evlerin ve köylerdeki meskenlerin hep bu ağaçların kesilerek damlara atılmış olduğu da bir gerçektir. Adından da anlaşılacağı üzere Hezanlı dağı mevkiinde bol miktarda ardıç ağaçlar bulunduğunu keza yine yaşlılar anlatmaktadırlar. Güründen köylerine, örneğin Karadoruk köyüne veya Telin’den Böğrüdelik köyüne geceleyin gitmek çok zor olurdu. Yabani hayvanların (kurt, arslan ve çakal, ayı gibi) saldırısından korkulmakta olduğunu yaşlı insanlar bizzat anlatmışlardır. Hal böyle olunca bu çınar ağacının tarihini Battal Gazi zamanına kadar götürmek imkansızdır. Battal Gazi ile ilgili bir rivayet ise bugünkü Gübün (Çayboyu) köyündeki mağaraların birinden girerek Burçevi Mahallesinde bulunan eski tarihi Burçevi mevkiine giderek bu bölgelerde Rumları kıtal ettiği rivayetidir. Bugün halk arasında dolaşan bu rivayetin doğru olması ihtimaldir.
Çünkü çarşı başındaki mağaralardan bir girişten 40-50 metre kadar içeri girildiğinden burada geniş bir saha (mağara) bulunmakta ve buradan da mağaralar üç kısma ayrılmaktadır. Eskiden buradan burç evine kadar gidilmekte olduğunu bizzat yaşlılar anlatmaktadır ve bizzat girenler de bulunmaktadır. Battal Gazi’nin burada Rumlar ile mücadele etmiş olduğu doğrudur fakat efsane biçiminde anlatılanların birçoğu halkın ağzında dolaşan rivayetten öte birşey değlidir. Halkın dilinde dolaşan burada Gürün başta olmak üzere Telin’in bir kısmında ve Gübün’de ve Gürün’ün köylerinde Bizanslılar’ın asıl yurtlarından sürerek bu bölgelere sürmüş oldukları Ermeniler’in yaşamış olduğu doğrudur ve Ermeniler ile birlikte Rumlar’ın da bulunduğu nüfuslarının resmi kayıtlardan da anlaşılacağı üzere her zaman Müslüman nüfustan az olarak azınlık olarak fakat barış ve huzur içerisinde kardeşçesine Türkler ile birlikte burada yaşamış oldukları da tarihi bir gerçektir.
1929 yılı Sivas il yıllığında verilen bilgilerde de belirtildiği gibi. Sivas vilayeti topraklarında çıkan nüfusun yerine genel savaş sonrasında Şark ve Garbdan birçok muhacir ve mülteci nüfus gelerek yerleşmiştir. Güründe göç eden Ermeniler’den kalan yerelere 1900’lü yılların başından itibaren, bölgeye özellikle doğudan; Kars, Ardahan, Erzurum ve v.b. gibi bölgelerden gelen muhacirler yerleştirilmişlerdir. Bu nüfusun en çoğunu ise şarktan gelenler oluşturuyordu. Bu göçler ve mübadele çerçevesinde 1929 yılı itibariyle Gürün ilçesinde yerleştirilen muhacir ve mültecilere verilen toprak miktarı ve mübadil nüfusun miktarı ise şöyledir: 2641 dekarlık toprak verilmiş olup, 191 hane yerleştirilmiştir. Ve bunlardan 434 tanesi şark muhaciri ve mülteci nüfusudur ve yı iç isyanlarla çökertmeyi amaçlamışlardır. Göbekören Nahiyesinin de 30 tane köyü vardır. 1929 yılı resmi rakamlarına göre kentte 817 hanede 2301 tanesi kadın ve 2299’u da erkek olmak üzere merkezde 4600 nüfus vardır. Bu nüfusun da 150 tanesi san’atkardır. 68 tanesi tüccar ve diğerleri de çiftçidir. Kentte 21 tane manifatura, 16 tuhafiye, 31 tane bakkaliye ve 100 adet de muhtelif dükkan mevcuttur. Kentte 10 tane temiz içme suyu bulunmaktadır ve aynı zamanda da kentte bir otel ve 7 adet de han mevcuttur.
1929 yılında Gürün ilçe Bayı Nurettin Özelçi’dir. Belediye Başkanı (Şarbay) Şakir Uma’dır. Birinci Dünya Savaşı esnasında Türkiye’nin her yerinde oldugu gibi ilçemiz Güründe nüfus konusunda çok büyük değişiklikler olmuştur. Bir kısım nüfus bu bölgeden ayrılırken bir kısmı da devlet tarafından Gürün ve havalisine iskan edilmiştir. Gerek Gürün merkezde ve gerekse köylerde yaşayan Ermeni veya Rum nüfustan büyük bir çoğunluğu iran, Suriye, Ermenistan, istanbul gibi bölgelere göçerken, Rum azınlıklar genelde, izmir ve istanbul gibi şehirlere gitmişlerdir. Bunların yanısıra buradaki etnik azınlıklar, devletler arası mübadeleye tabi tutulmuşlardır. Gerek Birinci Dünya Savaşından (1914-1920) önce ve sonra karşılıklı mübadele edilmişlerdir. Bu nüfusların yerine Kafkaslardan, Kars, Ardahan, eleşkirt vb. gibi doğu bölgelerinden gelen muhacir nüfus yerleştirilmiştir. Gürün İlçesinde Ermeniler’den boşalan yerlere, 1924 yılında Yunanistan ile yapılan mübadele sonucunda getirilen soydaşlarımız ile 1951-1956 yıllarında Bulgaristandan zorunlu göçe tabi tutulan soydaşlarımızdan büyük bir bölümü Gürün merkezine yerleştirilmişlerdir. Örneğin, 1924 yılında Yunanistan’ın Selanik şehrine bağlı Kayalar İlçesinin Katransa Nahiyesinin Gramatik Köyünden getirilen, Osmanlı Devleti tarafından Yunanistan’a iskan edilen Karamanoğullarına mensup sülalelerden soyadları; Uzmay, Vardar, Portlakkaya, Sülçe, Bölükbaşı, Arinç, Uçarcı, Çelik, gibi ailelerden 70-80 hane yerleştirilmiştir. Bu mübadele sonucundan Gürüne gelerek yerleşenlerden sadece birkaçıdırlar. Bunlar, istanbul-Samsun yoluyla Tokat’a getirilmişlerdir.
Bu muhacir nüfusun bir kismı Tokat ve havalisine iskan edilirken, bir kısmı da Gürün ilçesine getirilerek yerleştirilmişlerdir. Bununla birlikte, Ermeni ve Rumlardan Hristiyan sonradan Müslüman olup burada yaşamına devam ederek ömrünün sonuna kadar devlete bağlı olan ve burada vefat eden insanlar da bulunmaktaydılar.
Yaşlıların anlattıklarına göre örneğin, semercilikle uğraşan Ovanis Osman, kahvecilik yapan Şakir, terzi Şükrü, kemancı Osep vb. gibi insanlar aslında Ermeni ve Rum kökenli idiler. Fakat buradan ayrılmadılar. Yaşlıların anlattıklarına göre; Tohma Çayı bundan yıllar öncesinde bugünkü mağaraların dibinde akıyormuş. Güründe her taraf yemyeşil bir saha imiş. Fakat aradan geçen süreç içerisinde, ağaçlar israf edilip kesilince, her taraf çıplak hale gelmiştir. Tohma Suyunun yatağı bu çıplak yerlerden yağmur sularının getirmiş olduğu çakıl ve kumlarla bugünkü akmış olduğu yere kadar yatağını kaydırmıştır.
Rivayete göre Gürünlüler, Tohma Irmağının kuzey kısmını kışlık, güney kesimlerini de yazlık olarak kullanmaktaydılar. Telin’in ismi, Hitiçe bir kelime olup, “Dalin” sözünden alınmıştır. Dalin ismi Hititçe’de “Tepe önü” anlamına gelmektedir.
Günümüzde, Gürün ve havalisinin eski devirlere ait yer isimlerin büyük çoğunluğu unutulmuştur. Halk arasındaki rivayetlere göre; Gürün’e Ermeni ve Rumlar’ın değişik isimler verdiği belirtilmektedir. Rumlar, Gürün bölgesine batı dillerindeki Green (Yeşil) diyorlardı. Ermeniler de Kürin-Karin ismindeki çok zengin birisinden dolayı bu ismi vermişlerdir. Tarihi kaynaklarda, Gürün İlçesinin Hititler dönemindeki ismi, Tegarama, Asur kaynaklarında Tilgarimmu’dur. Ermeni vekayinamecisi Şark Teksiya, Gürün İlçesinin eski isminin Arabisios olduğunu belirtmektedir. Bir başkka rivayet ise, buraya Müslüman olarak sadece üç kişi gelmişler. Buradaki mağaralarda Yaşamaya başlamışlardı. Buraya herhangi bir yabancı geleceği sırada korktukları için ikisi saklanır, üçüncüyü de gözcü koyuyorlardı. Gözcü olan kişi, bir tehlikeli durum olmadığını anlayınca arkadaşlarına “Görünün, görünün!” diye bağırırmış. İşte bu yüzden bu kelime, günümüze değişime uğrayarak Gürün olarak gelmiştir. Nasıl ki Gürün’ün ismi hakkında olduğu gibi, diğer konularda da birtakım halk rivayetleri bulunmaktadır. Gürün ve havalisinde müslümanlığın nasıl yayılmış olduğu konusunda da çok çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlerin başında buraya Müslümanlığın ilk olarak Battal Gazi ile birlikte gelen ve derviş gazilerden olan kimselerce getirilmiş olduğu anlatılmaktadır. Bilindiği gibi, Hz. Ömer devrinde, Halid Bin Velid’in komutasındaki orduyla Ubeyde Bin Cerrah’ın başkomutanı olduğu seferde, hicretin 20. Yılında, Maraş, Elbistan (yine Miladi: 720 yılında)ve bu beldelere yakın tüm bölgeler ele geçirilmiştir. Tranada (Darende) Kalesi ve şehri fethedilmiştir. Bu esnada Darende Sengbar (Zengibar)kalesinde üç mücahid şehid düşmüştür. Bu kişiler, bugün Hu Dede adı verilen yerde gömülüdürler. Bu mücahidlerden Abdurrahman Gazi’nin türbesi (Medişeyh) yani Medine’li Şeyh’in türbesi Karşıyaka Köyündedir. Kendisi Medine’li olup tabiindendir. Türbesi bu köyün 300 metre kadar kuzeyindedir ve Kayseri Malatya yoluyla Tohma Irmağının arasındadır. Tohma Irmağı, türbenin hemen yanında geçmektedir. Tohma Irmağının hemen hemen her yıl taşmasına ragmen yine de bu türbeye hiçbir zarar vermez. Bu konuda birtakım kerametlerin meydana gelmiş olduğunu yöre halk arasında anlatılan rivayetlerden öğrenmekteyiz. Böylelikle Ebu Ubeyde Bin Cerrah’in daha Hz. Ömer zamanında buraları fethederek, Tohma Irmağı boyunca birtakım karakollar kurduğu, bu bölgelere valiler, memurlar tayin ettiğini tarihi kaynaklar belirtmektedir. Darende örneğinde gibi, aslen Medineli olup buraya gerek savaş ve gerekse ticaret kervanlarıyla gelerek burada şehit düşen insanların bulunduğu hiç de ihtimal dışı değildir.
Ancak Gürün ve havalisinde meydana gelen savaşlarda şehit düşmüş olan kişilere ait mezarların nerede olduğunun bilinmemesi, unutulmuş olmaları ihtimaline dayanmaktadır.
Gürün ve havalisinde ziyaret yeri olarak kabul edilen birçok yer veya mezarın bunlara ait olması ihtimal dahilindedir. Örneğin Tıhmın (Bahçeci) Köyünün içme suyunun çıkmış olduğu yere Yusuf Dede isminde bir gazi eren gelerek yerleştikten sonra buradaki suyun kaynamağa başladığı rivayeti bulunmaktadır. Buraya bu bölgenin insanı yağmur duasına çıktıkları gibi çocuğu olmayan kadınlar ve birtakım adakta veya dilekte bulunmak isteyenler de burasını ziyaret etmektedirler. Gürün’ün en meşhur yeri olan ziyaret mevkiinde de savaş esnasında şehit düşmüş olanların mezarlarının bulunduğu rivayeti bulunduğu gibi Güneş Kındıralık (Börklü Köyü) arasında da aynı şekilde bir ziyaret yeri bulunduğu gibi yine Börklü-Beypınarı arasında da böyle bir ziyaret yeri bulunmaktadır. Böyle birçok yerlerde savaşta şehit düşenlere ait olduğu söylenen mezarlar bulunmaktadır. İşte yukarıda misal olarak verilen yerler böyle buraya ilk olarak gelen ve savaşta şehit olanların mezarları bulunabileceği gibi bunun böyle olmayabileceği de ihtimal dahilindedir. Bütün bunların yanı sıra halk arasında çok sık olarak ve hemen hemen herkes tarafından da kabul edilen bir rivayet vardır ki Gürün ve havalisine Müslümanlığın ilk yayılmasını sağlayan ve Medine’den gelerek bu bölgelerde ıslamı yayan Şeyh Yahya ve Şeyh Kasım isimlerinde iki zat anlatılmaktadır. Yine Şeyh Mustafa adında bir kimseden de bahsedilmektedir. Bunların daha Emeviler ve Abbasiler döneminde gelmiş oldukları söylenmektedir. Fakat bu konuda rivayetlerden başka resmi olarak hiçbir kayıta rastlayamadık. Ancak bu isimlerle anılan fakat tarih olarak 1224-1226 (Miladi: 1810-1808) yıllarında Gürün’e gelerek burada kalmış ve bugünkü Ulu Camiiyi ve Meydan Camiilerin yaptıran zatlardan bahsedilmektedir ve camiilerdeki taş kitabelerde de aynı kayıtların bulunduğu gözönünde tutulursa ıslamın yayılması konusunda bu isimlerdeki zatların çabalarının olduğu açıklık kazanmış olmaktadır. Rivayetlere dayanan görüşlere göre bu bölgelere gelerek yerleşen nüfus bu insanlardır ve bunlarla gelen diğer ıslam Mücahidleridir. Bugün gerek Gürün ilçe merkezinde ve gerekse Suçatı Kasabasında yaşayanlardan daha Abbasiler zamanındaki Malatya Valisi Ömer’in (ki mezarı bugün eski Malatya diye bilinen mevkiindedir) soyundan gelmiş olduklarının rivayeti doğru olarak kabul edilirse daha o zamanlara kadar Gürün ve yöresinin Müslümanlarca iskan edilmeye başlanmış olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bir başka iskan edilmeye başlamış olduğu devir ise Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde bahsettiği gibi Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey’in babası Orhan Bey’in Bursa’nın fethine katılan Türkmenlerden altı hanesini Gürün’e ve kırk hanesini de Darende’ye yerleştirdi” diye bahsetmiş olduğu iskan edilme hadisesiyle başlamış olmaktadır.
Bu iki iskan etme olayından başka bir de Osmanlı ımparatorluğunun 1691 yılında teşebbüs ettiği ve bunda da % 100’e yakın bir başarı sağladığı Aşiretleri iskan teşebbüsü” ile meydana gelen yerleşme durumudur ki, Gürün ilçesinde ve havalisinde yaşayan insanlar ve bunlardan daha öncekiler (yaklaşık üç yüz senedir) de bu en son iskan teşebbüsüyle Anadolu’nun çeşitli yerlerinden ve bilhassa da Doğu ve Güneydoğu bölgeleri ile Suriye bölgelerinden gelerek veya bizzat devlet tarafından getirilerek iskan edilmişlerdir. Yani bu bölgelerde yaşamakta olan insanlar Osmanlı’nın en son uyguladığı iskan teşebbüsüyle bu bölgelere yerleştirilen Türkmen gurupları veya oymaklarına mensupturlar. Şu halde ilçemiz Gürün ve havalisindeki iskan edilme olayini üç grup halinde siniflandirmak mümkündür:
1-Müslüman Araplar zamanında veya ilk Türkmen akınlarının yapıldığı dönemde iskan edilenler ki, bunların sayıları oldukça azdır. Resmi olarak kayıtlarını bulmak imkanı yoktur. Tamamıyla rivayetlere dayanmaktadır.
2-Osman Bey’in babası Orhan Bey’in zamanında bizzat Orhan Bey tarafından Gürün’e yerleştirilen sayıları belli haneler ki, bunların da sayıları çok azdır.
3-XVI. yüzyılın ortalarında ve sonlarında konar-göçer bir hayat tarzında yaşarlarken devlet tarafından veyahutta kendi istekleriyle devletin göstermiş olduğu bir yere veyahutta kendilerinin daha önceden hayvanlarını otlatmaya gitmiş oldukları yerlerde yerleşik düzene geçmiş olan, Anadolu’nun değişik yerlerinde ve değişik zamanlarda gelerek bu bölgelere yerleşen, devlet tarafından burasının fethedilmesi için görevlendirilen Selçuklu beyleri hüküm sürmekteydiler. Selçuklu beylerinden Kutalmışoğlu Süleyman bizzat Alparslan tarafından Anadolu’nun daha batı kesimlerinin fethedilmesi için görevlendirilirken, Kutalmışoğlu’nunşen Türkmen Oymaklarına mensup insanlar. Bugün yöremizde yaşayanların büyük bir çoğunluğu bu son gurupta olanlar oluşturmaktadırlar. Anadolu’daki yer adlarının Türkmen boylarının adlarını taşıması, Türk yerleşmesinin kanıtı sayıldığı gibi aynı zamanda günümüzde bile eski Türk toplumu arasında konuşulmakta olan ve Türkmen guruplarının özelliklerini günümüz Türk insanına kadar taşıyan kelime, söz veya deyimlerin de aynı şekilde kullanılmış olması ve aynı anlamları taşıması da Türkmen boy ve oymaklarının günümüz Türk insanıyla olan bağlantılarının bir delilini teşkil eder. Örneğin günümüzde kullanılan pek çok yerleşim alanının veya mevki ile kışlık ya da yazlık yaylak isimlerinin aynı şekilde kullanılmış olması bu aradaki bağlantıyı daha da kuvvetlendirmektedir. Keza atasözleri veyahutta kelime veya deyimler bilhassa da örf ve adetler, gelenekler de ayrı birer delilleri teşkil etmektedirler. Yöremizde kullanılan Koru” veya Koruk” sözcükleri ile Koyak” sözcüğü Tohma havzasında oldukça sık ve fazla kullanılan kelimelerden birisidir. Ber” veya Berci” ya da Sürü” veyahutta Yılkı” ve yine Sürek” gibi hayvancılıkla ilgili kelime veya isimler XVI. ve XVII. yüzyılda hatta daha evvelki Türkmen oymaklarının ortaklaşa kullanmış olduğu sözcüklerdir.
Keza, Şuğul, Suçatı, Çayboyu, Çat, Bük gibi en fazla kullanılan ortak isimler de eski Türkmen kelimelerinin günümüze kadar ulaşmış olanıdır. Yine yöremizde Düz ve otlak yerlere eskiden beri Yayla veya yaylaka” veyahutta Yazı adı verildiği gibi çeşitli atlı oyunların yapıldığı geniş yerlere de Yarış yeri” adı verilmektedir. Ağıl” kelimesi ise; yaylalardan hayvanların barınaklarına verilen isim olduğu gibi Hayma” ismi de hayvanlara kışın yedirilmek üzere yığılan kurumuş ota verilen isimdir. Ot ve Saman konulan çuvallara günümüzde Harar” denildiği gibi bugün Adana ve Hatay’daki Karakeçililerde de aynı isimler verilmekte ve kullanılmaktadır. Bu yöremiz insanıyla o bölgede yaşayan insanların aynı Türkmen guruplarının birer devamı olduklarının da bir delilidir. Karakeçililer, oturmuş bir şekilde duran ve hiçbirşey yapmayan kimselere “Lök” derlermiş. Günümüzde bile Gürün’de ve yörelerinde böyle oturanlara Lök gibi oturuyor” denmektedir. Lök ise günümüzdeki Güney Türkmenlerinin deveye verdikleri isim olduğu gibi yöremizde de aynı anlamda kullanılmaktadır. Ve bu bölgelerde yerleşik düzene geçmiş olan insanların bu Türkmen oymaklarıyla aynı boy veya oymaklardan gelmiş olduklarına da kanıttır. Günümüzde hala mevcut bulunan ve evlenecek kızın babasına oğlan tarafından verilen paraya aynı Karakeçililerden denildiği gibi “Galın” denmesi bu birlikteliği ve benzerliği isbat etmektedir. Bütün bu ve buna benzer kelimelerin yanısıra birr de birbirine yakın olan ilçe merkezlerinde veya vilayetlerdeki yerleşim birimlerinin hemen hemen aynı isimlerle kullanılmış olması da çok dikkat çekicidir.
Örneğin sonu Hüyük”le biten yerleşim alanlarının bulunması ya da, Beypınar, Akpınar, Belpınar, Yarışyeri, düzlüğü vb. gibi isimlerin bulunması da ayrı bir özelliktir. örneğin, Tersahan(Tersakan): Bu adın da Oğuz boyundan Dirsehan’a ait olduğu çok açıktır. Günümüzde Darende ilçesine bağlı Konaktepe köyünün eski ismi de Tersahan’dır.
Keza Başören köyü de Darende’nin Konaktepe köyüne 5 km. uzaklıktadır. Gürün ilçesinin Başören köyü bulunduğu gibi bu köyümüze yakınlıktadır. Gürün ilçesinin Başören köyü bulunduğu gibi bu köyümüze yakın olan Tersahan adında da bir köyü bulunmaktadır. Bütün bunlar ve yer kaplamaması için örnek olarak veremediğimiz böyle birçok misaller Güneydeki Türkmen guruplarıyla günümüzdeki yöre insanlarımızın birbirleriyle olan yakınlığını isbat etmeye kafi gelmektedir. Bunun yanısıra da örf ve adetleri ve gelenekleri de katarsak bu birliktelik ve aynılık gün ışığı gibi ortaya çıkmaktadır. Tarihi belgeler başta olmak üzere halk arasında nesilden nesile aktarılarak mensub olunan boy veya oymağın nerede ve nasıl gelmiş olduğu rivayet olarak da günümüze kadar bir gelenek olarak sürdürülmüş hangi oymağın nerede ve nasıl gelmiş olduğu dededen toruna silsile yoluyla aktarılmış bulunmaktadır. Biz de gerek tarihi belgelerde bulabildiğimiz ve gerekse halk arasındaki rivayetlerden doğru olanları da bir yanlışlık olmasın diye tarihi belgelerle de kıyaslayarak Gürün ve yöresinde yaşayan insanların nereden nasıl gelmiş olduklarını yazmaya çalıştık. Eskiden üçgen şeklindeki tarlalara kulak adı verilirdi.
Günümüzde, Gürün havalisindeki tüm yerleşim birimlerinde böyle yerlere aynı isim verilmektedir. Ayrıca sürülmeyen ve eskimiş tarlalara veyahutta yeni sürülmüş bu çeşit tarlalarada “Bor” adı verilmektedir. Güneydeki Karakeçililer/Yörükler mutfak eşyalarına sofraaltı, sele, sini, sahan, çomça, aşgana vb gibi şeyler demektedirler. Oysaki günümüzde bile yöremiz insanının bu eşyalara vermiş oldukları isimler de aynıdır. Gürün ve havalisinde dilsiz olanlara lal veya lallik denmesinin nedeni bu deyimin Karakeçililer tarafindan da aynı şekilde kullanılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Yine ölen kimse için öldüğü ilk günde mezarının başında ateş yakmak veya ölen kimsenin hemen ardından yemek vermek de Karakeçililer’in adetlerindendir. Bugün “kazma takırtısı” adı altında Suçatı Kasabası’nda böyle bir adetin devam ettirilmiş olması, karakeçililer ile yöremiz insanı arasındaki ilişkinin bir delilini teşkil eder. Yöremizde oldukça sık kullanılan “Oğlunla ordu ol, kızınla komşu ol” vb. gibi deyimler” hala yörükler arasında sıkça kullanılan deyimler arasında bulunmaktadır. Yine bir kısım Türkmen boy veya oymaklarının başlarına “Börk” veya “Külah” giymiş olduklarını tarihi kaynaklar belirtmektedirler.
Bugün Gürün ilçesinin Börklü(Kındıralık köyü) ve külahlı köyünün bulunması, buralarda yaşayan insanların eskiden börk ve külah denen şapkayı giyinmiş olduklarının söylenmiş olması, bu yörükler ve Karakeçililer ve diğer Türkmen oymakları ile bağlantıları olduğunun bir delilidir. Çünkü günümüzdeki çocuk oyunlarımızda bile “ya şunda ya bunda, keçe külah başında” gibi tekerlemelerin hala dilimizde geçerliliğini korumuş olması bunu doğrulamaktadır...
Bilindiği gibi Külah-Börk-Taç eski şamanist Türklerin Kam ve şamanlarının özel dini giysilerinin olmadığı yerde külah ve börk onun yerini tutmakta olduğuna inanılmaktaydı. Şamanist Türklerin Yurak ve Samoyed inançlarına göre bunlar güçlerinin büyük bir bölümünün bu külahların içinde gizli olduğuna inanılmaktaydı.
Bugün Türkiye kızılbaşlığında baş giyiminin manası ve yeri çok önemlidir. Buna külah denilir ve kızıl börk veya taç dendiği de oluyor. Mürşidin başında taç yok ise erkan yapılmaz” sözü bundan dolayıdır. Yine kesilen bir kurbanın kanının toprağa damlatılmamasına çalışmak ve bir çukur kazarak ona hürmet etmek, yesevilik demevcuttur.Ve yine ölen kimse için öldüğü günün ilk gününde mezarının başında ateş yakmak veya ölen kişinin hemen ardından “ölü aşı” veya “can aşı” ya da “can etmek” gibi ölünün ruhu adına düzenlenen adet ve gelenekler, Can etmek” vb. gibi isimlerle anılan ölünün ruhu için düzenlenen yemekleri vermek, bunun için kurban kesmek (Bamsı Beyrek karısına üç ayda varmaz isem öldüğümü bilgil, aygır atım boğazlayup ölü aşum vergil”demektedir. Kabristanda yemek vererek kalan kısmın, Kurda kuşa yem olsun” mezarın üstüne dökmek ve ölen insanın ardından onun iyiliklerini sayarak ağıtçılar tutarak bir nevi yuğ yapma adetleri, ölünün ardından kırkıncı, elliikinci gecelerinde yine böyle şölenler düzenlemek, ölünün yasını tutmak için onun atının kuyruğunu kesmek, kara elbiseler giymek gibi adet ve geleneklerin hala yöremiz insanının örf ve adetlerinden bir kısmını oluşturması Gürün insanının Türkmen boylarıyla nasıl bir şekilde bağlı olduklarının bir delilidir.
Keza, Bugün Gürün ilçesinin hemen hemen her yöresinde gerek şölenlerde ve gerekse yas günlerinde bilhassa da eski dönemlerde mezar başına götürerek orada yenilen Kömbe yemeğinin halen yapılmış olması, eski Karakeçili gerek alevi ve gerekse sünni Yörükleriyle günümüz Gürün insanının arasındaki bağlantıyı sağlayan kültürel birlikteliktir.
Keza ninelerimizden aldığımız alkış(Hayır dualar), eski Türkmenlerdeki(Kazak-Kırgız)Baksa’larının dualarına benzemiş olması, Kıpçak kelimesinin ağaç kovuğu anlamına gelmesi, yöremizde Bekleyi bekleyi kabaağaç oldum” veya Ben ağaç kovuğundan mı çıktım?” Gibi deyimler ile Türklerin Ağaçtan Türeme Destanı”nın varlığı ve aynı manas destanı ve diğer destanlarda da olduğu gibi Türk insanının binlerce yıldır benliğinin derinliklerinde nesilden nesile taşıyarak getirmiş olduğu öz kültürünün günümüz insanının kültürüne nasıl taşınmış olduğunun ve hala yöremiz Gürün’de de yaşıyor olduğunun bir delilidir ve isbatıdır.
Çünkü Gürün İlçesi’nin Tersahan köyü’nde ve Tıhmın(Bahçeiçi)Köyü’nde ve Konakpınar Köyü’nde bulunan ve yaşları tahminen beşyüz senelik ardıç ve diğer ağaçların bulunması ve bunların ziyaretyeri olarak kabul edilmesi bunu göstermektedir.
Osmanlı İmpoaratorluğu döneminde Gürün ilçesi ve köylerine iskan edilen ve bugün nesilleri devam etmekte olan insanlar(oymaklar)ın sayıları sınırlı ölçüdedir. Bu oymakların gelmiş oldukları bölgeler de bellidir. Gürün ilçesi ve köylerine gelerek yerleşen oymaklar; Ankara (Haymana), Adana, Malatya (Akçadağ, Hekimhan, Darende, Kürecik, Arapkir, Yamadağı, Zaviye, Dirican), Sivas(Zara, Hafik, Kangal, Ulaş, Sarkışla), Maraş(Elbistan, Afşin, Lorşin, Tanır, Pazarcık,) Tunceli (Munzur), Antakya (Kırıkhan), Erzurum(Bala), Çorum(Sungurlu), Kars, Erzincan(Kemah), Rize, Adana(Islahiye), Tokat(Zile), Ağrı(Eleşkirt), Konya, Kırşehir, Yozgat(Boğazlayan, Yerköy), Gaziantep(Gani), Suriye(Hama, Humus, Halep), Kayseri(Sarız, Pınarbaşı, Sarıoğlan), Edirne, Mısır, Halep, Diyarbakır, Azerbaaycan ve Kafkasya, Çeçenistan bölgelerinden gelerek bu bölgelere yerleşmişlerdir. Yunanistan ve Bulgaristan’dan gelerek yerleşenler de vardır. Gürün ilçesi ve köylerine gelerek yerleşen oymakların(aşiretlerin) yerleşmiş oldukları köyler ve yerleşim yerleri şöyledir: Antakya/Hatay Kırıkhan bölgesinden gelenler, Sarıca, Kaynarca, Göbekören köylerine yerleşmişlerdir. Adana ve Kozan bölgesinden gelenler, Akdere, Yukarısazcağız, Dürmepınar, Yolgeçen, Güllübucak, Karadoruk köylerine yerleşmişlerdir. Adana ve Islahiye bölgesinden gelenler (Eskibektaşlı, Gürün merkez, Dayakpınar, Dürmepınar, köylerine yerleşmişlerdir. Malatya Darende, Aşudu, irisuluk, Şeref/Ayvalı bölgesinden gelenler; Bahçeiçi, Kızılören, Suçatı Kasabası, Dayakpınar, Başkaragöz, Ayranca, Çatkara, Yazyurdu, Davulhüyük, Kavak, Eskihamal, Yeşildere, Koyunlukoca, Dırışlar, Köy ve mezralarına yerleşmişlerdir. Malatya Dirican bölgesinden gelenler; Diricanlı(Şakşakpınar-Kayalar)ve Eskihamal köylerine yerleşmişlerdir. Malatya Darende-Zaviye’den gelenler, Eskihamal ve mezralarına yerleşmiştir. Malatya ili Yama Dağı bölgesinden gelenler: Eskihamal ve diğer mezralarına yerleşmişlerdir. Malatya Arapkir’den gelenler; Karaören ve Güldede köylerine yerleştiler. Malatya hekimhan bölgesinden gelenler, Başören, Kızılören ve Suçatı bölgesine yerleşmişlerdir. Malatya Akçadağ’dan gelenler; Akdere, Göbekören, Kavak, Gelloş(Koyunlu), Sularbaşı, Konakpınar ve Suçatı Kasabasına yerleşmişlerdir. Malatya Setrek/Ulupınar’dan gelenler; Yukarı Sazcağız, Beypınar köylerine yerleşmişlerdir. Sivas Zara’dan gelenler; Güldede Karaören köyü ve Gürün Merkeze yerleşmişlerdir. Sivas Ulaş-Karasar’dan gelenler; Gelloş, Diricanli köylerine yerleşmişlerdir. Sivas Şarkışla’dan gelenler; Beypınar, Kervanmağara köylerine yerleşmişlerdir. Sivas Kangal’dan gelenler; Böğrüdelik, Kervanmağara, Suçatı bölgelerine yerleşmişlerdir. Yılanhüyük köyüne yerleşmişlerdir. Tokat Zile’den gelenler; Güldede ve Suçatı bölgelerine yerleşmişlerdir. Maraş Elbistan’tan gelenler; Suçatı, Deveçayırı, Karapinar, Karakuyu, Kavak, Yolgeçen, Yelken, Beypınar, Külahlı, Yazyurdu, Göbekören, Kaynarca ve Yaylacık köylerine yerleşmiştir. Maraş Tanır’dan gelenler; Beypınar, Göbekören, Kaynarca, Yelken, incesu, Karakuyu, Kavak ve Yuva köylerine yerleşmişlerdir. Maraş Lorşin ve Afşin’den gelenler Beypınar ve Yazyurdu bölgesine yerleşmişlerdir. Maraş Pazarcık’dan gelenler; Camiliyurt, Kaynarca, Karakuyu, Kavak, Yelken, Külahlı, Agaçlı, mahken köylerine yerleşmişlerdir. Erzincan Kemah’dan gelenler; Gürün Merkez ve Davulhöyük köyüne yerleşmiştir. Erzurum Bala’dan gelenler; Kaynarca ve Davulhöyük köyüne yerleşmişlerdir. Kars bölgesinden gelenler, Beypınar, Davulhöyük gibi köylere yerleşmişlerdir. Çorum Sungurlu’dan gelenler; Davulhöyük köyüne yerleşmişlerdir. Tunceli Munzur bölgesinden gelenler; Camiliyurt ve Gürün’e yerleşmişlerdir. Ankara Haymana’dan gelenler; Akdere, İncesu, Beypınar, Suçatı ve Eskihamal, Kızılpınar, Kızılburun köylerine yerleşmişlerdir. Diyarbakır’dan gelenler Fatma Derviş ve Gürün’e yerleşmişlerdir. Gaziantep’ten gelenler Fatma Derviş ve Yukarisazcagiz köylerine yerleşmişlerdir. Ağrı Eleşkirt’ten gelenler; Gürün, Beypınar, Karahisar köylerine ve Gürün Merkeze yerleşmişlerdir. Erzurum’dan gelenler; Karahisar, Yolgeçen ve Suçatı’ya yerleşmişlerdir. Konya’dan gelenler; Gelloş/Koyunlu köyüne yerleşmişlerdir. Kırşehir’den gelenler; Kızılören, Gelloş köylerine yerleşmişlerdir. Yozgat Boğazlayan’dan gelenler; Yazyurdu bölgesine yerleştiler.Yozgat Yerköy’den gelenler; Gelloş, Yazyurdu köylerine yerleşmişlerdir. Kayseri Sarız’dan gelenleri Yazyurdu bölgesine yerleşmişlerdir. Kayseri Pınarbaşı’dan gelenler; Çevirme, Beypınar köylerine yerleştiler. Edirne’den gelenler; Yolgeçen ve Karapınar köylerine yerleşmişlerdir. Rize ve Samsun’dan gelenler; Suçatı kasabasına yerleşmişlerdir. Çeçenistan’dan gelenler, Maraşlı/Erdoğan köyüne yerleşmişlerdir. Kafkasya/Azerbaycan’dan gelenler; Osman Dede, Hüyüklüyurt, Kürkçü, Yenibektaşlı köylerine yerleşmişlerdir. Mısır, Suriye, Halep, Bağdat ve Mekke bölgesinden gelenler Gürün ilçe merkezine ve bazı köylerine yerleşmişlerdir.Yunanistan ve Bulgaristan’dan gelenler; Gürün merkez ve bazı köylerine yerleşmişlerdir.[353]








YER ADLARI:
ARZAVA: Bugün ki Antalya ve havalisindeki krallığın adıdır.
ANKUWA: (Ankyra) Bugünkü Ankara
AMASTRA: Amasya
ALAŞÜA: Kibris
ARANZAH: Dicle Nehri
ARZANI: (Aratzani) Murat Suyu (Küçük ve Büyük Ermenistan’ın eski adıdır.)
ARZAŞKUM: Urartu Devletine bagli bir yer adi.
ARAPKHA: Kerkük
AMİSOS: Samsun
AKAMPSİS: çoruh Nehri
ARSENİAS: Doğu Fırat Vadisine verilu
Murat Suyunun bulunduğu yer.
ARZENEN: Yukarı Dicle Vadisi
ANTİOKHİYE: Antakya (Hatay) Şehri
ARZEN: Erzurum
ARPASSUS: Arpa çayı
ARARAT: Ağrı Dağı
KARUM: Asur’lu ticaret erbabının Hitit Devleti sınırları içerisinde serbetçe dolaşım hakkına sahip bulundukları yerleşim alanlarına verilen adıdır. Şemsettin Günal Yakın Şark C. II. sayfa: 67)
WABRUM-WABARTUM-UBRUM: “Misafir anlamına gelen bu kelime Asurlu tüccarların sahip oldukları malları taşırken satmak için bıraktıkları depolara verilen isimdir. (a.g.e.)
KAPADOKYA (KATPATUKYA): “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına gelmektedir. (Besim Atalay, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, Yakın Şark, Sayfa: 67, 4, 2 Belleten C. 10. Sayı: 39 Sayfa: 413)
HATTUŞAŞ: Hitit Devletinin başkenti. Bugünkü Bogazköy-çorum, “-Aşşa” eliyle hissetilmiş ve Hititlerin Başkenti anlamina geliyor.
KANEŞ: Kayseri’nin eski yerinde kurulmuş bir yerleşim alanidir.
MAZAKA: Bugünkü Kayserinin eski bir ismidir.
KUŞŞAR: Eski bir Hitit şehri olan Kuşşar, bugünkü Alacahüyük’ün yerindeydi.
TİLİMRA: “URA”, “kuyu” anlamına gelmektedir. Veya bol suyu bulunan yer anlamına gelmektedir. Hitit kralı Telepihu’nun isminden de türetilmiş bir şehir ismi olduğu tarihi kaynaklarca belirtilmektedir ve yine Hitit kralı I. Subbilulilima’nın zamanında Hezanlı Dağında bulunan 100’e yakın kuyuyu Mitanni kralına ve ordusuna karşı kapatmış olduğu bu bol kuyuların bulunduğu yer dolayısıyla Gürün ve havalisine bu ismin verilmiş olabileceği de tahmin edilmektedir. Bakınız Hitit kralı I. Subbilulima zamanına)
MELİDDU-MİLİDİA-MELİTEN: Bugünkü Malatya’dır.
SAMOSAT- SÜMEYSAT: Bugünkü Samsat ilçesidir.
KARGAMIŞ: Bugünkü Cerablus’tur.
KOKUSÜS: Bugünkü Göksun ilçesi.
MARKASİ: Bugünkü “Maraş” ilidir. Güvercin anlamına gelir. (Besim Atalay)
HUBİSNA: Eti metinlerinde karşılaşılan “Hubişna-Hubisna ve Abzisna şehir adlarındaki “-UŞNA” ekiyle yapılmış olduğu ve Asur kaynaklarında geçen “HUBUŞNA” ile aynı olduğu anlaşılmaktadır. Hubişna şehri ise, klasik çağda KYBİSTRA olarak bilinen Ereğli ile eşitlendiğini tarihi kaynaklar. (Bakınız Belleten, C.10, Sayı: 39. Sayfa: 392)
LUŞNA: Forrer, bu şehrin bugünkü Emirgazi oldugunu iddia etmektedir. (a.g.e)
URU-HAKPİŞŞA (Hakpis): Bugünkü Boğazlayan (Yozgat) bölgeleriyle eşitlenmektedir.
SARİŞŞA: Sivas’a bağlı Altınyayla ilçesinin Kuşaklı’da bulunan 1994 yılında Alman Arkeoloji Uzmanları tarafından yaplan kazılar sonucunda ortaya çıkarılan Hitit şehri.
SARİŞŞİNA: Bugünkü Sarız ilçesidir. Hitit ve Kapadokya metinlerinde İahrişşa, Şamuha ve Hurama şehirleriyle birlikte zikredilmektedir. Sözü edilen bu üç şehirde Kizvatna ülkesine ait bulunuyordu. (Belleten, C. 10. Sayfa: 308)
ASIR/ASUR: çivi yazılı tabletlerde “Asur” adı “Asir” veya “Asür” gibi iki şekilde yazılı görülmektedir. Asur hem şehir ve hemde bu şehirde tapınılan mabut (İlah) un adı idi.
Bazı tarihçiler Asur ismini Sami bir asla ait olduğunu ve Amuriler’in mabudu sayılan Asera veya Asrat ile ilgili olduğunu göstermeğe çalışmışlarsa da en son inceleme ve araştırmalar Asir veya Asur kelimelerinin ve Sami asıllı bir kelime olduğu ortaya çıkmıştır. Böylece de Asur veya Asir kelimelerini ARİ-SEN (Türkçe’de “İSRAMAK” beslemek, korumak, himaye etmek” anlamına gelmektedir.) Adında Mitaniler’e mahsus isimlerden olduğu ortaya çıkarılmıştır. (Elam ve Mezapotamya, Şems. Gün. Sayfa: 543, 544)AKAT KRALLIĞI (M.Ö. 2725-2543)
Öteden beri Samilerden olduğu iddia edilen Akad Krallığı, Sinaar Bölgesini ilk yerleşenleri olan Ön Sümerler ve Sümerlerle sonraları buralara gelmiş olduklarını gördüğümüz Sami’leri karışmasından doğmuş melez bir yapıdaki kavimdir. Bu imparatorluğa adını veren (AGDE) şehri adında (AK-ADA) NI değişmesiyle meydana geldiği sanılıyor. Sinear Bölgesinin yukarı kısımlarına bu adı verilmekteydi. (Elam ve Mezapotamya Sayfa: 293, 540, 546. M. Şemsettin GÜNALTAY)
HİTİTLER/HATTİLER/ETİLER: Hititler veya Etiler olarak tarihe geçmiş olan bu kavmin adı Tevrat’ta “HET” diye geçmektedir. Etiler’e Asurlular, “Hatti” diyorlardı. Mısırlılar ise, “Hayta (Haytas) adını vermekteydiler. Bilindiği gibi Mısırlılar, Subariler ve Mitanniler’in ataları olan ve onlardan önce gelerek Ön Asya’ya yerleşmiş olan Ön Sümerler ve Sümerler’e “Asya’lı anlamına gelen “SETTİ” adını vermekteydiler.
İngiliz müellifi Kunder ise, Hititler (Hattiler) “Millet-i Müttehide3 yani “Birleşmiş Milletler” anlamına gelmektedir, demektedir. Bu da anadolu’ya kendilerinden önce gelmiş olan toplumlarla karışıp kaynaşmalarıyla birlikte Anadolu’da büyük bir imparatorluk kurmuş olduklarından bu ismi almış olduklarını belirtmektedir. Orta Anadolu’ya, Kapadokya’ya (Katpatukya) gelerek yerleşmiş olan bu kavmin Orta Asya’dan Anadolu’ya gelmişler ve buraya HATA adını vermişlerdir. “Hata” ise, çin’in kuzeyindeki ülkelere, Türkler tarafından verilen bir isimdir. Hititler “HATA TÜRKLERİNDEN olup Anadolu’da 23 krallık halinde yaşamışlardır. Maraşta bulunan bir kadın başı heykeli (Etrüsük) veya bugünkü “Türkmen kadını başına” benzemesi de bunun bir kanıtıdır.
Katpatukya (Kapadokya) isminin anlamı ise “Güzel atlar ülkesi” dir. (Maraş Tarihi ve Coğrafyası, Besim Atalay, Sayı: 8, 9 Elam ve Mezapotamya, Şemsettin Günaltay Sayfa: 286, Arif Koçak, Sayfa:
SÜMERLER: Ön Asya’lıların Şana’ar (Sinear) dedikleri Fırat ile Dicle’nin aşağı kısımları arasındaki bölgelerin aşağı kısımlarının güney kısmına Akadlar tarafından verilen “Sümer” adından almıştır. “Sinear” kelimesinin değişikliğe uğrayarak Sümer şekline de dönüşmüş olduğunu tarihi kaynaklar belirtmektedir. Akadlar’ın “Sümer” dedikleri bölgeye Sümerler’in kendileri “ENGİ” diyorlardı. İşte bu bölgede oturan Brekisefal tipi insanlara Sümerler adı verilmektedir.
M.Ö. 7. yüzyıldan kurulup M.S. 5. yüzyıla kadar devam etmiş olan Kengeres Devleti”ni kurmuş olan Yenisey boyundan TAGAR adı verilen kültürü yaratan yüksek tekerlekli kağnıları ile meşhur olan “Tölis Türkleri” ile bunların yakınlıkları bulunmaktadır. Tölis Türklerinin kurmuş olduğu Kengeres Devletinin Taşkent ve Buhara gibi yerler sadece beş eyaletinden birisiydi. (Elam ve Mezapotamya, Sayfa: 198 Türk Devletleri Tarihi, Adnan Müderrisoğlu, Sayfa: 22, 23)
BREKİSEFAL: “Asyatikler’in bugüne kadar bulunan kafataslarının Brekisefal yapısı ve malum olan dillerininin iltisaki oluşu, dinlerinin de Orta Asya ve Sümerler gibi tabiat kuvvetlerinin takdis etme esasına dayalı olması ve nihayet hepsinin de mabud (ilah) “Teşup” ile Mabude (ilahe) “Hepat (Hititlerde tanrı ve tanrıçanın karşılığıdır) nın ortak olması, kökenlerinin Türkistan olduğunu ve bunlarla Sümerler arasında soy bağlarının olduğunu doğrulamaktadır. (Elam ve Mezapotamya, Sayfa: 111, 114, 66, 67. Cenup Doğu, Kadri Perk. 30, 32)
CALYCADNUS: Göksu Nehri
CYDNUS: Tarsus çayı
KİNZA: Kadeş şehri
WAHŞUŞANA: Incesu-Ürgüp arasinda kurulmuş bir Hitit şehri.
RUŞAHINILIA: Toprakkale
GUGUNA: Hoşap çayi
HADİTU: Bugün Gürün ilçesinin güneydoğusundaki Arslantaş (Günpınar) mevkiinin Hititçedeki adıdır.
LUKKA: Likya Bölgesi
URA: Mersin’in batısında bir yer.
NAHİTA: Niğde
NAİRİ ÜLKESİ: Urartular’ın yaşadığı bölgenin adı.
HERMOS: Gediz Nehri
MELAS: Manavgat
NEOSEZARE: Niksar
NİSLANİ: Lübnan
LİPURNA: Kapadokya metinlerinde geçen “Urna” ekiyle türetilmiş bir şehir adı.
HURAMA: Tarihi kaynaklara göre Kizvatna’nın diğer adıdır. Bu görüş Göthze’nindir. Ve Tegarama’nın güneyindedir. Fakat tarihi kaynaklara göre iki tane HURAMA şehri vardır. Bu iki Hurama şehri de Malatya’ya yakın olduğu kesindir. Hurama ismi Hitit metinlerinde “Hurma” şeklinde yazılmaktadır. Tarihi kaynaklar Hurama, Luhuzati ve Razama şehirlerinin birbirine yakın olduğu belirtilmektedir. “Ma” ekiyle türetilmiş eski bir Hitit şehridir. Şarişşa (Sarız) ve Şamuha şehirlerine yakın bulunmaktadır. (Belleten C. 10 Sayı: 59, Sayfa: 389)
ULAMA: Neneşe ile Puruşhanda (Kayseri) arasinda ve ayni yol üzerinde bulundugu söylenen bir Hitit şehridir. (Belleten C. 10 Sayfa: 413)
VATTARU: “Vattar (Su) anlamına gelmektedir. Ve “Uşna” ekiyle türetilmiş bir isimdir ve şehirden çok bir ülke adı olduğu da belirtilmektedir. “Bol suyu veya kuyusu” bulunan yer veya ülke anlamındadır.
PURUSHANDA: Bugünkü Kayseri’nin eski yerinde kurulmuş bir şehirdi.
NESİ (NEŞAŞ-NİSSA-NENAŞŞA): Adlarıyla eşitlenebilen bu şehrin Ankara’nın güneybatısındaki Gavurkale’nin 150 km. doğusunda bulunan Murathüyük adı verilen yerin eski yerinde kurulmuş bir Hitit şehriydi. (Belleten, 10 Sayfa: )
KİZVATNA: Seyhan’ın batısında bir kısım sahayı çukurova ve Ceyhan’ın kuzeydoğusunda dar bir şerit halinde uzanan bölgenin adıdır. Ayrıca Kizvatna, Arzava adındaki bölgenin diğer bir adıdır. (Belleten. Cilt: 2)
ARZAVA: Bugünkü Antalya ve havalisi ile eşitlenen bu bölge Hitit Krali I. Murşil zamaninda M.Ö. 1806 yilinda Hitit Devletine baglanmişti. Bu bölgede tarihin aydinlanmaya başladigi devir (tarih) olarak kabul edilen M.Ö. 4000’li yillarda “Arzavalar” adindaki bir topluluk bu bölgede yaşiyorlardi.
KİZVATNA KRALLIÚI (ÜLKESİ): Daha önceleri Seyhan ile Ceyhan arasındaki bölgeye verilen bir addır. M.Ö. 4000’li yıllarda bu bölgede Kizvatnalılar adındaki bir topluluk yaşamaktaydılar. İşte adını bu topluluklardan almış olan bu bölgede bir krallık kurulmuştu. Kizvatna Krallığı tarihe bir küçük krallık olarak çıktığı zamanlarda sınırları; kuzeyde Tahtalı Dağlarında, Tohma Vadileri ve Gürün İlçesinin de içinde bulunduğu büyük sahayı kaplıyordu. Bu krallık Hitit Kralı I. Murşil zamanında Hitit Devletine tamamen bağlanmış ve yeni bir toprak düzenlemesiyle de bu bölgelere yakın olan yerel krallık alandan Tabal, Gurgum, Komana vb. gibi krallıklar da bu krallığa bağlanmış ve bu tarihlerde de Gürün ilçesi de bu krallığın sınırları içine dahil edilmiştir.
PURUŞ-HANDA: (Buruşhanta) -”ANTA” eki ile türetilmiş bir şehir ismidir. Bu şehir ismi “Puruşhatum” diye de metinlerde nakledilmektedir. Bugünkü Kayseri ilinin eski yerinde kurulmuş olan Kaneş Sitesi, bugünkü Kültepe Bölgesine verilen isimdir. Zamaninin en büyük ticaret merkezlerinden birisiydi. (Bakiniz Yakin Şark. Şemsettin Günaltay, Cilt: 2 Sayfa: 67)
DESTROST: Aksu
DAİANİ ÜLKESİ:
DATAŞŞA (DATTAŞ): Aşşa ekiyle yapilmiş bir şehir adidir. çünkü Hitit metinlerinde ayrica görülen ve bir Profoluvi Tanrisi saydigimiz Tarhund ile bir Luvi Tanrisi olan Datta’ya AŞŞA eklenmek suretiyle meydana getirilen Datta (a)şşa ve Tarhund-aşşa şehir adlarinda ve Pitaşşa’da bu ek dogrudan dogruya (-aşşa) şekilni muhafaza etmiş bulunmaktadir. Ayni tarihte Hitit metinlerinde görülen Malliaş Nehir adlarindan aşşa eklenmek suretiyle bir Malli-aşşa şehir ismide yapilmi
oluyor.
Böylece Kültepe metinlerinde ve yine Hitit metinlerinde birkaç şehir adiyla temsil edilen bu çok eski -aşşa eki Güney ve Güneybati Anadolu’da, Yunanistan, Hint, Avrupalilardan önceki halkta (-ss) şeklinde hususiyetli yer adlari görülmektedir. (Belleten Cilt. 10 Sayi: 39 Sayfa: 389, 390)
Dattaşa’nin yerinin metinlerinden edilen intibalara göre G. Anadolu’da olacagi umumiytle kabul edilmiştir. Nitekim Garstang’da Hitit, metinlerini göre, hem bir memleket hem de bir şehir olan Dattaş çayi, “Huli” Irmagi memleketi, aşagi memleket, Tyuna, Hubişna ve Aksaray Sultan Han arasinda olacagini düşündügü Ulama ile daima bir arada geçmiştir. Dolayisiyla Konya Ovasina ve daha yakin olan Şugla çayi Havzasina yerleştirilmektedir. (A.g.e. sayfa: 389)
HAHHUM: Götnze’ye göre, Hahhum Harana, Şamuha, Timelkia, Tegarama, Luhuzatia (Lavazantiya) şehirlerinin Kizilirmak ile Firat Nehri arasinda aranmasi gerektigini söylemektedir. (Belleten, C. 10. Sayi: 39 Sayfa: 398)
Hahhum, Sivas’ın güneyinde, Divrik yakınlarında olduğu kesindir. (Belleten, C. 10. Sayfa: 411) Luhuzatia (Lavazantiya) ise, Kizvatna’nın bir diğer adıdır. Bazı belgelere göre de, Malatya’ya yakın bir şehirdir. Keza, Hurama, ve Şamuha şehirlerinin de bu bölgelerde olduğunu tarihi kaynaklar belirtmektedir. Tegarama bölgesi Gürün ilçesi olduğuna göre, Timelkia da Darende ilçesi olduğu tarihi kaynaklarca belirtilmiş olduğuna göre Hahhum ve Şahhum şehirlerinin bu bölgelerden uzak olmadığı kesindir.
HAŞŞU(M): Şehirinin de bu bölgelerde oldugu kesindir.
WATTARUŞNA: “-Uşna” ekiyle türetilmiş bir isimdir. Forrer, “Wattarua” şehir adinin Hitit metinlerindeki “Wattaru” (su yeri kelimesinin lokatif hali oldugunu ve “WATER” (su) kelimesinden türetilmiş olabilecegini Etice’ye yabanci oldugundan bu kelimenin Etiler’in diline Hint-Avrupa asilli bir dilden geçmiş olabilecegini “Wattarua” şehrinin, Arzava (Antalya bölgesi) hududunda bulunmasi sebebiyle de Luvi”ce (Göksu ve Içel) den alinmiş olabilecegini ileri sürmektedir. Yine Forrer’e göre, “Wattaruşna” isminin birçok kuyu veya kuyularin bulundugu bölgelerde anlamina geldigi için bu ismin Hititler döneminde birden çok yerlere yani bu özellikleri bulunan yerlere veya yerleşim birimlerine isim olarak verilmiş olabilecegini de belirtmektedir. çünkü Kapadokya ve Hitit metinlerinde geçen Uru-Wattar-Uşna (Vattaruşna) gibi, “-Uşna” ekiyle türetilmiş birçok şehir ismi geçmektedir. Purşna, Luşna, Dankuşna vb. gibi
LAVAZANTIYA/LUHUZATİA: Gerek babası “Pentip Şarrı” ve gerekse “Pudu, Hepa” Harri kökenli bir isimdir. LAVAZANTİYA kentinin yeri kesin belli değildir. Ancak “Pudu-Hepa” bir yerde (bir bölgede) “Kizavatna Ülkesinin kızı” bir başka bölgedeki ise “Kumani Ülkesinin kızı” olarak geçmektedir. Kizavatna ülkesinin ise Seyhan ve Ceyhan arasındaki tüm bölgeler ile Torosların Tahtalı Dağlarına kadar uzanan sahanın genelindedir. Metinlerde anlaşıldığına göre Lazavantiya veya Luhuzatia isimlerinin yerine de yani bir şehir adı olarakta Kizavanta kullanılmaktadır. Kummani ise (Romalılar dönemindeki Commana) kaynaklarda Tilgarimunun (Girnun) güneyde olduğu tarihi kaynaklarda belirtilmektedir. Her iki yerde Luhuzatiya Lavazantiya, Kizavatna ve Kummani aynı ülkenin sınırları içinde bulunmaktaydı.
İdem babanın ve hemde kızının oldukları Tanrı ise Lavazantiya İştar’ı ya da Hurrice adıyla ŞAUŞGA olarak bilinen Tanrıça’dır. Bütün bunları Fidu-Hepa’nın Hurri kökeni açıkça vurgulanmaktadır. (An. Uy. Tarihi Cilt: , Sayfa: 49) (Daha geniş bilgi için Gürün’ün adları bölümüne bakınız.)
Kraliçe Pedu-Hepa’nın bulunan mühründe şöyle yazılı bulunmaktadır. “Hatti ülkesinin prensi yeryüzü efendisi, Arinmanin Güneş Tanrıçasının gözdesi Tanrıçanın hizmetkarı, Kizavatna ülkesinin kızı Pedu-Hepa’nın mührü” Buda kraliçe Heppa’nın memleketi hakkında bilgi vermektedir.
III. Hattuşuliyeli’ye ait bir mühürde “Arinna kentinin Güneş Tanriçasi’nin ve Şamuha kentinin iştarinin gözdesi Hatti suli” diye yazmaktadir böylece “iştari’i” Hurrice’de GAVUŞGA’nin ŞAMUHADA kullandigi belirlenmiş olmaktadir. (An. Uy. Tarihi. Cilt: 1 Sayfa: 49)
LAVA ANTİYA: “Luhuzatıya” diye de tarihi kaynaklarda adı geçen bölge bazı tarihi kaynakları göre “KİZVATNA”NIN adıdır. Fakat bazı belgelere göre ise bir şehirdir. Malatya’ya yakın bir bölgedir. “-Anta” ekiyle türetilmiş bir kelimedir.
a)Hitit metinlerinde “Urşu” ve Kargamiş şehirleriyle beraber adi geçen ve Kapadokya metinlerinde “HURAMA” şehirleri ile beraber adi geçmekte olan Luhuzatia Lavaz Ontiya şehrinin (bölgesinin) Malatya havarisinde olmasi beklenen HURAMA’lar (iki tane oldugu biliniyor) dan birisine çok yakin oldugu ve dolayisiyla onunda bu mintikadan uzakta olmayacagi kesindir.
b)Anadolu’da bulunan tabletlerden veya metinlerde geçen Tanrı adlarından bazıları Hurri kökenli kelimelerden oluşmaktadır. Yani Hurri’lere aittir. Bunların başında Hepa kelimesi gelmektedir. Hepat Hurri Tanrıçasıdır. Arina şehrinin tanrıçasına hitaben yazılmış bir duadır (ki dua şöyledir bütün ülkenin kraliçesi efendim Arinna’nın Güneş Tanrıçası Hatti ülkesinde Arinna’nın Güneş Tanrıçasına adını alırsın, sedir ülkesinde (Suriye’nin kuzey kısımlara ve Toroslar’ın tümü ve kuzey kısımlarını içine alan bölgelerde ise HEPAT adını taşırsın) Hiti Güneş Tanrıçasını Arinna ile eşitlenmektedir. Yani Hitit ülkesinde Fırtına Tanrısı olan TARU (Ünvanı kraldır) Fırtına Tanrısının oğlu ise TELİPUNU’dur. Hiti ülkesinin güney bölgelerinde ve güney komşularında TEŞUP olarak tanımakta bu ad ile anlaşılmaktadır. Güneş Tanrıçası olan Hitit Tanrıçası olan “Arinna ise yine bu bölgede (Suriye ve güney Hitit bölgesinde) HEPAT olarak anılmaktadır. Bu Tanrıça ise Hurri tesirinin ve nüfusunun, hakimiyetinin hüküm sürmüş olduğu Şa Muha (Sumuha) Kommani (Kummani) Hurma (Hurama) Uda, Una, Wasudavanda (Wosudavanda), Abzisna (Hubişna), Kataba, Sulupaşa vb. gibi Hitit ülkenin doğu ve güneydoğu bölgelerinde kutlanmakta ve anılmaktaydı. Hitit kralı III. Hattişulinin ise kudretli kraliçe PUDU-HEPA’nın Hepat kültü içinde meşhur şehirlerinden biri olan Kummani’li (Kummani) olması ve o zamanlardan önce veya bu şehrin Lavazantiya diye de anılmış olması (Kraliçe Pudu-Hepa’nın babası o zamanlar Lavazantiya şehrinin kralı bulunuyordu.)
PİSİLYA: Burdur, Isparta, Denizli dolayları, batıda Akçay, Acıgöl’ün kuzeyi, Burdur, Eğridir ve Beyşehir göllerinin güneyinden, güneybatıda Söğütlü Gölü ve Antalya’nın kuzeyinde kalan bölgedir.
PUNT: Seyhan ile Ceyhan Nehirleri arasındaki bölgeler ile kuzeyde Tahtalı Dağlarına kadar uzanan sahanın adıdır. (Yakın Şark. C.I Sayfa: 111, 128)
PAFLAGONYA: Batı Karadeniz Bölgesi; Sinop, Zonguldak, Samsun vb. gibi bölgeler.
KİLİKYA: Mersin, Tarsus, Adana vb. gibi bölgeler ile Göksu Nehrinin kıyılarıdır.
İZORYA: Antalya, Isparta bölgeleridir.
LİKEONYA: Bugünkü Konya ve Karaman bölgeleridir.
KARYA: Muğla ve havalisindeki yerlerin adıdır.
LİDYA: İzmir bölgesi ve Gediz Irmağı vadilerine verilen addır.
KÜÇÜK KAPADOKYA: Tuz Gölü ile Kızılırmak arasındaki havalinin adıdır.
GÜNEY KAPADOKYA: Kızılırmak Nehrinin güneyinde kalan bölgeler ile Seyhan ve Ceyhan Nehirlerine kadar olan sahanın adıdır. Tohma Havzasının büyük bir bölümü Tahtalı Dağları da bu bölgenin içinden kaldığı gibi Uzunyaylada bu bölgenin sınırları içindedir. Kayseri, Niğde ve Nevşehir bölgeleri de aşağı veya güney Kapadokya’nın içinde sayılmaktadır.
COMANA(Kumana)/KUMMUH: Tarihi kaynaklarda birden fazla Kummuh ve Kumana Krallığından bahsedilmiş olması tarihi kaynaklardaki bilgilerin çeşitli olmasından ileri gelmektedir. Ayrıca da yaptığımız araştırmalarda da birden fazla Kummuh ve Kumana şehrinin veya Krallığının bulunmuş olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Tespit etmiş olduğumuz dört Kummuh (Kumana) Krallıkları ise şunlardır: Bunlardan birincisi: Pont ülkesinin (krallığının) tek başına devlet olduğu zamanlarda (M.Ö. 322’de Mitridat zamanında) Zile/TOKAT (o zamanki ismi Gaziura) ın kuzeydoğusunda 25 km mesafelik bir yerde bulunan “Comana” şehri bulunmaktadır.
İkincisi ise; Malatya, Elazığ ve daha doğuda olabileceği tahmin edilen ve Erzincan’ın Kemah ilçesinin havalisine kadar uzanan ve bu bölgelerin adı olarak bilinen Kummuh/Kemah bölgesidir. Bu ülke genelde tarihi kaynaklarda “Kummuh/Kutmuhi adıyla zikredilmektedir.
Üçüncü ise; Kargamış Krallığı ile komşu olan ve Antakya’nın kuzeyinde kurulmuş ve “Kommagene” adıyla bilinen krallıktır. Bu krallık Kommagene/Kummuhi Selevkoslar Krallığına bağlı olarak (Romalılar döneminde) uzun süre varlığını koruyabilen Kommagene (Asur dilinde Kummuhi) Suriye’nin kuzeydoğusunda, Kilikya, Kaadokya ve Malatya arasında kalan uzun zaman sınırlarını korumuş olan ve geniş bir sahaya verilen bölgenin ve kralının isimdir. Selevkoslar’a bağlı bulunan bu yöre halkı M.Ö. 162 yılına doğru isyan ederek bağımsızlığını ilan eden bu bölgenin kralı Ibantiokhos, Roma generali Lucullus’a boyun eğmek zorunda kalmıştır. Aynı adla dört tane kral (I. II. III. IV. Artiokhos) hüküm sürmüştür. Nemrut Dağındaki kral mezarları bu krallara aittir. (Adıyaman ili Kahta ilçesi yakınındadır) III. Antiokhos’un ölümünden sonra M.S. 17 yılında Kommagene ülkesi, Roma’nın bir eyaleti haline getirilmiştir. (Malatya Tarihi Sayfa: 37, 38)
Dördüncü Komana/Kummuh ise; Kayseri ili (Mazaka) ile, Meliddu arasında ve Tilgarimmu (Bugünkü Gürün ilçesi) nun güneyinde tarihi kaynaklara göre Muşkiler ve Taballar tarafından kurulmuş bir şehir ve ülke adıdır. Tabal Krallığına bağlı bulunduğunu tarihi kaynaklar belirtmektedirler. Tarihi kaynaklara göre buranın halkını da Muşkiler ile Tibareni (Tabal) lar oluşturmaktaydı. çoğu tarihi kaynaklarında COMAN-KOMANA-KUMANA-KUMMUH gibi isimlerle de anılmıştır. Bu krallık yani Kumana ülkesi eskiden Tilgarimmu (Gürün) bölgesinin de içinde bulunduğu Hititler zamanında Şamuha, Hurama, Tilgarimmu, vb. gibi bölgeleri de içine alan Gurgum Krallığı ile komşu olan ve Kayseri’ye kadar uzanan bir Kumana Krallığından (Kummuh) bahsetmektedirler. Bu ülkenin kralı olan Günziani’yi azletmiş olan Asur Kralı bu kralın yerine Meliddu Krlaı Tarhunazi’yi getirmiştir. İşte Tilgarimmu (Gürün) ilçesinin sınırları içinde bulunduğu bu krallık Tabal Krallığına bağlı bulunan küçük bir prenslik halinde idi. (An. Uy. Tarihi-Malatya Tarihi, Yakın Şark. Belleten, Yurt Ansiklopedisi)
ŞAMUHA (Şamuha): Mazaka (Kayseri) ile Tilimra (Tilgarimmu) yani bugünkü Gürün ilçesi arasinda kurulmuş olan bir Hitit şehridir. (Yakin Şar. C. 2, Sayfa: 67) tarihi kaynaklarda görülen odur ki, Şamuha şehri iki tanedir. Birincisi, yukarida belirtilen yer, ikincisi ise, Malatyaya yakin bir bölgede Malatya’nin güneybatisinda (Doganşehir Havalisinde veya buraya yakin bir bölgedeydi.)
HURAMA: Eldeki bilgilere ve tarihi kaynaklara göre, Kizvatna’nın diğer adıdır ve Tilgarimmu bugünkü Gürün ilçesinin güneyinde bulunan bir Hitit şehri idi. (Belleten. C. 10. Sayı: 39. Sayfa: 392) Hurama Hitit metinlerinde HURMA şeklinde yazılmaktadır. “-Ma” ekiyle türetilmiş bir isimdir. Hurama ismi de aynı. “TEGARA-MA” ve “ULAMA” gibi “HU-RA-MA” gibi (çift “M” harfiyle) yazılmaktadır. Anlaşıldığına göre, birbirine çok yakın olması icab eden birisi SALAHŞUA, diğeri de “Luhuzatia” istikametinde olan iki Hurama şehri bulunmaktadır. (Belleten, C. 10, Sayı: 39, Sayfa: 394)
TİLİMRA: “-URA” ekiyle türetilmiş bir Proto-Hititçe isimdir. Ve bir şehir ismidir. Tilimra şehir adı “TİLİ-UR (A)-UMAN” şahıs adıyla köküyle aynı olmalıdır. “Ura”nın bir ek değil, fakat bir cins isim olduğu ve Proto Hititçe’de KUYU manasına geldiği iddia edilmektedir. Şu halde Forrer, “Tiliura” şehir adını, “Til-li-Ura” şeklinde tahlil etmekte, kelimedeki “Lİ”nin Proto-Hititçe’de çoğul eki olan “Le”den kısaltma olduğunu ve “Te”nin ise, bir ön ek olacağını söylemektedir. Etilerde kral olan TELEPİNU’nunca gözönüne alınmasıyla yapılan bu tahlil herhalde aynı olmalıdır. Tilimra şehri “Tili-Uraş” ve “Tili-um-ra” şehirleriyle aynı olduğu ve Kuşşar ve (Kayseri) şehri ve Şamuha’dan daha doğuda olduğu (tahminen Gürün ve havalisinde) tahmin edilmektedir. Birçok kuyuların ve bol suyun bulunduğu şehir anlamına da gelmektedir. Gürün ilçesinin bu özelliğinden ve Mezanlı Bölgesindeki kuyuların bulunduğu da gözönünde bulundurulursa Tilimranın Gürün olması daha da kuvvetlenmiş olmaktadır. (Belleten, C. I. Sayfa: 393)
TİMELKİA: Kapadokya metinlerinde oldukça adı sık geçen ve Hitit metinlerinde adı geçen Timilkia adı Tuhpia adıyla birlikte geçmektedir. Hitit kaynaklarında Tamalki-Taşhania-Zalpa sırası arasında görülen ve bu şehir adları da “-Nia” eklerinden türetilerek yapılmış olup, bulundukları yerlere göre de doğudan batıya doğru dizilmiş oldukları söylenebilir. TİNTUNA ve Zaraşşina şehirleri de “-Nia” ekiyle türetilmişlerdir. TİMELKİA şehrinin SİVAS-MALATYA arasıda olması kuvvetle muhtemel olup, buna mukabil ZALPA şehrinin Kırşehir civarında aranması kesin gözükmektedir. (Belleten. C. 10. Sayı: 39. Sayfa: 398)
PİTURA(Pitara): Hitit Kralı II. Murşil ( ) ile Kizvatna Kralı Şunaşşra arasındaki antlaşmada Pitura şehri umumiyetle çukurovayı ve doğusunu kapladığı söylenen Kizvatna’nın bir hudut şehri olarak zikredilmektedir. Bu sebepple de bugün Elbistan civarında aranması lazım geldiği söylenebilir. (Belleten. C. 10. Sayı: 39. Sayfa: 394).
SUBARİLER: Sümer-Akad metinlerinde öğrendiğimize göre; “Subaru”, bu kavmin dilinde “Irmaklar arası” anlamına gelmektedir. İki kelimeden oluşan “SUB-ARU” lafzı Türkçe’de aynı anlama yani “Su arası” anlamına gelmektedir. “SUB” Eski Türklerde “SU” anlamına geldiği gibi, “ARU” kelimesi de bugünkü “ARA” diye teleffuz ettiğimiz kelimenin aslıdır.
M.Ö. 3000’li yılların başlarındaki göçler esnasında Hubur-Fırat bölgesine gelerek yerleşmiş olan Ön Asya’lı Brekıseıaller gurubuna giren ve Etiler ile de aynı ırktan olan insan guruplarına verilmiş olan isimdir. Bu yerleşmiş oldukları bölgeye de “SUBARTU” adını vermişlerdir. (Yakın Şark, Şemsettin Günaltay Sayfa: 283. Cilt: II Cenup Doğu, Kadri Perk, Sayfa: 31, 33)
HURRİLER: M.Ö. 3000’li yılların başındaki göçler esnasında, Habur Fırat bölgesine gelerek yerleşmiş olan Ön Asya’lı Brekisefaller gurubundan olan Subariller ve Hititler ile aynı soydan olduğu belirtilen kavmin adıdır. (Cen. D. 30)
ELAMLAR: İran’ın güneybatısındaki Türkiye’nin güney ve güneydoğusundan İran’ın Zağros Dağlarından Dicle Nehri arasındaki bölgeye eskiden Yunanlılar, “Elimais” adını verdikleri gibi, İbraniler ve Akadlar da “ELAMTU” yani “Yüksek Memleketler” adını vermekteydiler. M. 3500-3000’li yıllar arasında bu bölgelerde yaşayan Orta Asya kökenli kavmi verilen bir isimdir. (Elam ve Mezapotamya, Şemsettin Günaltay, Sayfa: 8, 9) (Yakın Şark C. 3 Sayfa: 130)
GOTİLER/GUTİLER: Başlangıcı belli olmayan yani bilinmeyen bir tarihlerden beri Zağros Dağlarının yüksek mıntıkalarında yaşamış olan Ön Sümerler ve Sümer ile yakınlığı bulunan insan guruplarına verilmiş olan addır. Sami ırktan olan Akad’lar, Sinear bölgesine hakim oldukları sırada karşılarında bulundukları en büyük rakiplerinden biri de Gotiler idi. (Elam ve Mez. Sayı: 316)
KASSİTLER: Tarihi belli olmayan zamanlarda büyük ihtimalle Sümerler veya Ön Sümerler ve Etilerle beraber Orta Asya’dan gelerek Elamlar’ın yukarısında İran’ın dağlık mıntıkasında yurt tutmuşlardı. Bu kavmin adı “Kassu/Kassit/Kosse” isimleriyle de anılmaktadır. Akadça bu ismin “Hem Ma’bud’un ve hem de o Ma’buda tapan halkın ismi” olarak kullanılmıştır. Kassitler kendileri ile TÜRK ismini ilk defa tarihe tanıttırmışlardır. Kassitler “Turgü” isminde (mabudilahları) vardı. Etiler ile Mitanniler’in “Tarku” veya “Tarhu” adıyla aynıdır. Kassitler Hititler ve Mitanniler ile aynı ırktandırlar. (El. Mez. 525)
SAMİLER: Tevrat’ın bilinen ananesine göre “Nuh Tufanı”ndan sonra Nuh’un üç oğlundan biri olan Sam’dan türemiş olan insan topluluklarına verilen isimdir. Samiler, pek çok dağılmış ve muhtelif etnik guruplarla karışmış olduklarından Halis Sami tip bulunması mümkün değildir.
Arap yarımadasından ilk defa Sin’a (San’a) mıntıkasına doğru çıkmış olan Sami Kabileler, M.Ö. 4000’li yılların sonunda rastlanmış olduğunu Eski Mısır tarihi vesikaları belirtmektedirler. Sümerler’e ait tabletlerde de Samiler’in bu tarihlerde Fırat Nehrinin batı kıyılarında, Irak ve Suriye’nin arasındaki çölde dolaşmaya başladıklarını göstermektedir. (Elam ve Mez. Sayfa: 282, 283)
Samiler; Akdeniz Dolikisefalleri tipinden olan ırka mensupturlar. İbn-i Haldun bunları Arab’ı Müsta’rabe (Araplaşmış Arap) adını vermektedir. Samiler, Mezapotamya’ya geldiklerinde burada kendilerinden çok önceleri gelerek yerleşmiş ve ileri bir medeniyete sahip olan Ön Sümerler’i ve Sümerlerle karşılaşmışlardı. Bu dönemde kuzeyde ise, Toroslar bölgesinde Mitanniler ve Kapadokya bölgesinde ise Hititler bulunmaktaydı. (Yakın Şark, C. I Sayfa: 198)
LUVİLER: Alanya’nın kuzeyinden Göksu Nehri kollarının da kuzeyini içine alan daha kuzeydeki Karaman bugünkü Mersin’i, kuzeydoğuda Kapadokya’ya ulaşan ve Seyhan Nehri arasına yerleşen boyun adıdır. Taş-Eli ve Toros Kilikyasına yerleşmişlerdir.
FRYGYA: Afyon, Denizli, Uşak, Kütahya, Eskişehir vilayetleri ve civarlarina verilen bir isimdir. Frygler ile Muskiler’in ayni soydan olduklari ve Taballar Gaşgalar ve Tegaramalar ile de yakin soy baglari bulundugunu tarihi kaynaklar belirtmektedirler. Fryg Devleti adinda bir devlet kurulmuştur. (Yakin Şark. C. IV. Sayfa: 22, 26, 261 ve diger eserler)
TUKURNA: “Urna” ekiyle türetilmiş Kappadokya’da bulunan bir şehrin adidir. “Urna” ölü külünün konuldugu kabin adidir. (Belleten, C. 10. Sayfa: 390)
TİLİMRA: 1- “Ura” ekiyle türetilmiş bir yer adıdır.
2-“Proto-Hititçe” kuyu anlamına geldiği ifade edilmektedir.
3-Tilimra şehir adi TILI-UR (A)-UMAN şahis adi köküyle aynidir.
4-Hitit metinlerindeki Tiliuraş şehri adinda buluyoruz. çünkü Hititçe’de şahis adlari dolayisiyla “U” veyahutta “V” ile “M”nin degişmeye ugradigini biliyoruz. O halde “Tilimra” ile “Tiliuraş”in ayni oldugu anlaşilmaktadir. (Belleten, C. 10. Sayfa: 393)
5-Tilimra’nın Kuşşar ve Şamuha’nın doğusunda olacağı tahmin edilen yer Hitit metinlerinde Kuşşar ve Şamuha şehirleriyle birlikte zikredilmekle birlikte birbirlerine yakın oldukları anlaşılmaktadır. Bu yörenin Kuşşar ilinden doğuya doğru giden yolun (ihtimalki bu yol kral yoludur) önce Şamuha’ya gelindiğini ve oradan bir yol (daha doğuya) Tilimra’ya, bir diğer yolda güneydoğuya Malatya civarında aranması uygun olan Hurama’ya gidiyordu. Eldeki kaynaklara göre Hurama şehri, Kizvatna’nın, diğer adı olduğuna göre ve Luhuzatia ve Razama şehirlerinin ve Malatya’nın yakınlarında ve Tegarama’nın güneyinde olduğuna göre Tilimra’nın Tilgarimmu diye bilinen bugünkü Gürün İlçesi’nin olduğu anlaşılmaktadır.
Göthze’nin, Hahhum, Harana, Şamuha, Timelkia, Tegarama, Luhuzatia şehirlerinin yerinin Yukari Kizilirmak ile Yukari Firat arasindaki sahada (yani Firat Nehrinin kollari olan bugünkü Tohma Vadisinde) lazim geldiginin kanaatini belirtmiş olmasi bu görüşümüzü dogrulamaktadir. (Belletne. C. 10. Sayfa: 398)
TEGARAMA: Hititçe’de “MA” ekiyle türetilmiş bir yer adidir. Tarihi kaynaklarinin büyük çogunlugu bu yerin bugünkü Gürün ilçesi oldugunu belirtmektedirler.
TEGARAMA: Bu şehir adi ile kökü bakimindan mukayese edilebilecek TIKARA ve “TIKARAŞU” şahis adlarinin “MA” ekiyle türetilmiş bir yer adi oldugudur.
TEGARAMA: Genelde Tegarama, Hurama, Ulama, şeklinde gördügümüz bu yer adindan sonrakisinin Hitit metinlerindeki Hurumma ve Ulumma diye yazilmiş oldugu da görülmektedir ki bu da “Tegarama” isminin Hititçe’deki “MA” ekiyle türetilmiş bir yer adi oldugu ortaya çikmaktadir.
TEGARAMA: “Tegarama” hem Kappadokya, hem de Hitit kaynaklarında defalarca rastlanmakta olan bir şehir adıdır. Hitit metinlerinde TAGARAMA şeklinde yazılmaktadır. Hitit metinlerine göre ISUWA hududunda ve Azzi ile münasebeti bulunan bölgenin adı olabileceğini Göthz, “Kizvatna” isimli esinde belirtmektedir.
TEGARAMA ismi, Asur kaynaklarında “TİLGARİMMU” şeklinde geçen bu şehrin genellikle GÜRÜN İLçESİ olduğu kabul edilmektedir. Bu bilgilere göre:
A)Kapadokya belgelerinde TEGARAMA,
B)Hitit metinlerinde TAGARAMA,
C)Asur kaynaklarında da TİLGARİMMU diye geçmektedir. (Belleten Cilt: 10, Sayfa: 411)
TUŞPA: Bugünkü VAN bölgesidir.
TREPEZİUS: Bugünkü Trabzon
TERMEDON: Samsun’daki Terme çayıdır.
TUNİF: Kadeş şehrinin kuzeyinde bulunan eski bir şehir adıdır.
TOMİSA: Fırat Nehrinin doğu yakasında Malatya’dan az aşağısında Ermeni kralı Tigran’ın ilk kalesinin bulunduğu şehir.
TİGRİS: Dicle Nehridir.
TARON: Muş ili.
TARONİTİD: Van Gölünün batısını teşkil edip, Dicle Nehri ile sulanan bölge. Taronitid bölgesindeki şehir ve kasabalardan Toros eteğinde Muş, Dicle havzasında bir vadi başında Bid-Liz (Bugünkü Bitlis) Van Gölü kenarında Khlatın (Bugünkü Ahlat ilçesi) bugüne kadar adlarını korumuştur. Bölgeyi Artaksiadllar Kralı Artaksias ele geçirmişti.
KYRUS: Kur Nehri
KHABORUS: Habur Nehri
KOLKİT: Kelkit çayı
KMAŞK: Şam Şehri
KERASONT: Giresun
KARSARUA: (Gaziura): Tokat veya bugünkü Aksaray bölgesidir. (Belleten. C. 10. Sayfa0 395)
KUMAHA: Bugünkü Temah şehri
KİŞŞİA: Boğazlayan-Gemerek bölgesi havallisindeydi.
KUMMANU: Hurri çevresinde yakın olan Hurama, Şamuha vb. gibi şehirlerle sınırlı olan bölgedir.
2-Göthzenin tespit ettiğine göre, bir ülke değil, şehir olarak Kizvatnanın diğer bir adıdır.
3-Tegarama’nın güneyinde bulunan bir şehir adı veya site devletinin adıdır. (Belleten. C. 10. Sayfa: 392)
GURGUM: (Gamgum): Bugünkü Maraş ve havalisi
ORONT: Asi Nehri
HUBİSNA: Klasik çağda Kbystra (Konya Ereğlisi) dir. Tyna-Tuvana ile aynıdır.
PYRAMUS: Ceyhan Nehridir.
SARUS: Seyhan Nehri
TARS: Tarsus
ZEBİRİUM: Mersinin eski yerinde kurulmuş bir şehir.
ZENA: Hititçe’de yaz mevsimi demektir.
ZARAŞŞINA: Bugünkü Zara ilçesi
URİHİMAŞMAŞ: Maraş-antep arasındaki bölgedir.
SARİŞŞA: Şamuha ile Hurama arasında kalan bir şehir veya bugünkü Sarız ilçesi.
ŞAMUHA: Garstang’a göre Firat kenarinda eski bir şehirdir.
HALPA: Bugünkü Halep şehridir.
HANİGALBAT: Mitanni kelimesinin Asurcasıdırb.
MAMİSTRA (Misisi) Bugünkü Adana ve havalisidir.
SEZARE: Bugünkü Kayseri’nin Roma İmparatorluğu Tiberius’un verdiği isimdir.
TURHUMİT: İki yerde olduğu tahmin edilmektedir: 1- Darende ilçesidir. 2- Tokat Sivas arasındadır.
URŞU (OSREON): Bugünkü Urfa şehridir.
TİMELKİA: Bugünkü Darende ilçesidir.
EKBATAN: Hemedan şehridir.
NİSİBİS: Nizip ilçesi.
HAMAT: Hama şehridir.
ZELA: Zile ilçesidir.
İRİS: Yeşilırmak
ARKHALEİS: Aksaray
LİKEONYA (İKEONYUM): Konya ili
HALYS: Kızılırmak
BALYS: Kızılırmak
KUBAKİB: Tohma Suyu
RAS-ŞAMRA: (Ugarit) Bugünkü Lazkiye (Lübnan)nin kuzeyindeki bir şehir.
GANGRA: çankırı
KHURRİ: Bugünkü Urfa’nın yerinde olduğu tahmin ediliyor.
RESUL AYN: Vaşşuganni
HERAKLEİA: Karadeniz Ereğlisi
TRYPOLİS: Trablus Şam
PTEOLEMAİS: Akka Şehridir
TAVİON: Yozgat
SEBASTOPOLİS (SEBESTEİA): Sivas
PİTURA: Kizvatna’nın bir sınır şehri olup Elbistan’a yakın bir şehirdir.
HARRANA: Harran şehri
UŞHANIA: Incesu-Ürgüp arasindaki bir yer.
ULAMA: Aksaray Sultanhanı’ın güneyindeydi. Ve bu şehrinde KİZUVATNA ÜLKESİ SINIRLARI içinde bulunması ve Malatya genç Hitit Prensliğine yakın olduğu ve Hepat Kültün’de M.Ö. 1000 yıllarında yaşadığı bilindiğine göre ve çivi yazısı Hititçesine’de “Boşama kabı (ibrik gibi her şey) kapı” anlamına geldiğine göre Kara Höyükte (Elbistan’da Malatya’ya Gürün’e kadar giden yolların 10 km kuzeyindedir) geçen şehir adının yazısındaki “La (hu), Ma-ta-n-di ismi LAVAZANTİYA ülke adından sonra üç şehirde isminin görüldüğüne göre “URA-ME-NA-İ” ismiyle ve bunların birincisinden “LE-KA-RA-MAURU” olarak geçmektedir. Bu ise Boğazköy metinlerinden ise ve bugünkü Gürün ise Bertuttan Tegorama veya Teporama şehri kastedilmektedir. M.Ö. 1000 yıllarında Hatti Kralı III. Hattuşuli’nin eşi “Pudu-Hepa” (Hepat Kültü) babası Lavazantiya şehrinin (veya ülkesinin) kralı bulunuyordu. “Boşaltma Kabı” anlamına gelen ve çivi yazısında “La-(Hu)-Wa-Ta-N-Di” ismi “Lavazantiya” (Luh-Azatia yerinde kullanılmaktaydı. Buna göre Gürün’ün bulunduğu bu şehir devletinin adı “Lavazantiya” idi ki bu bilgilere göre Lavazantiya ile bugünkü Gürün ilçesinin kastedilmiş olduğu ortaya çıkmaktadır. (Daha geniş bilgi için Gürün ilçesinin adları bölümüne bakınız.) (Belleten, C. X. Sayı: 39. Sayfa: 386. Belleten, C. XV. Sayfalar: 323- 333)
Selçuklular zamanında Sivas şehrinin ismi Dar’ül Ala (Yücelik şehri) idi. Kayseri (Darül mülk), Niğde (Darül Pehlivaniyye), Erzincan (Darün-Nasr) yardıma mazhar şehir, Amasya (Darul İzz, İzzet ve Şeref Şehri), Tokat (Durannusret), Ankara (Darul Hısn) yani müstahkem belde, Aksaray (Darüz zafer) (Darür ribat) (Darülciha) Bayburt (Darül celal) yani “ululuk” şehri anlamına gelmektedir.

KAYNAKÇA
1-Belleten 1. 2. 3. 5. 7. 10. 12. 14. 15. Ciltleri.
2-Anadolu Uygarlıkları tarihi Ansiklopedisi, C: 1. 2. 3. 4. Görsel Yayınları
3-Ord. Prof. Dr. M. Şemsettin Günaltay, Yakın Şark, Ciltler: I. II.
4-Ord. Prof. Dr. M. Şemsettin Günaltay, Elam ve Mezapotamya,
5-Ömer Rıza Doğrul, Asr-ı Saadet tarihi, C: I. II. III. IV.
6-Kitab-ı Mukaddes, Tevrat, Tekvin Bölümü-Osmanlıca Nüshası.
7-Çeviren: Zakir Kadiri Ugan, Fütuhul Büldan, Belazuri, I. II. Cilt.
8-Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I. II. Ciltleri,
9-Oruç Beğ Tarihi, Tercüman 1001 Temel Eser, 1972 Baskısı.
10-Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi,
11-Melih Salih San., Doğu Anadolu ve Muş’un İzahlı Kronolojik Tarihi,
12-Yrd. Doç. Dr. Hamza Gündoğdu, Dulkadirli Beyliği Mimarisi,
13-Prof. Dr. Refet Yinanç, Dulkadirli Beyliği,
14-Prof. Dr. Yaşar Yücel- Ali sevim, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar,
15-Mehmet Ali Cengiz, Tohma Havzası.
16-Yurt Ansiklopedisi, Sivas Maddesi.
17-Kemal Doğan, Malazgirt Zaferi ve Doğuanadolu’nun Türkleşmesi,
18-Seyahatname, Evliya çelebi.
19- Claude Chan, çeviri: Yıldız Moran, Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler,
20-Türk Ansiklopedisi, cilt: 19, sayfa: 389
22- Prof. Dr. Osman Turan.Selçuklular Zamanında Türkiye,
23- M. Zeki Pakalın Osmanlı Tarihi Deyimleri Sözlüğü, 1946.
24-Revak Dergisi, Sivas Vakıflar Bölge Müdürlüğü 9. Hafta Özel Armağanı.
25-Yurt Ansiklopedisi,
26- Besim Atalay, Maraş Tarihi ve Coğrafyası,
27- Prof. Faruk Sümer, Yabanlu Pazarı,
28- Prof. A. Müderrisoğlu-Prof. Şükrü Kaya, Türk Devletleri Tarihi.
29- Prof. Dr. Resat İzburak Yer Bilimleri,
30-Prof. Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Cilt: V. VI. VII. VIII.
34- H. Doğanay, Türkiye yerleşme Coğrafyası, Giriş ders notları.
35- İ. Atalay, Toprak Coğrafyası, (1980) Ders Notları.
36- A. Tanoğlu: Nüfus ve yerleşme, İst. Ün. Ed. Fak. Co. Enst. Yay.
37- Yrd. Doç. Dr. Kemal Göde, Sultan Alaeddin Ertana, Kültür Bakanlığı/1115.
40-Temel Britanicca, Cilt: III. VII.
46- Necdet Sevinç, Osmanlılarda Sosyal ve Ekonomik Düzen,
47-Mevlüt Oğuz, Malatya Tarihi,
48-Sıtkı Yazıcıoğlu, Darende Tarihi,
49-Prof. Ahmet Akgündüz, Somuncu Baba, Sayfa: 97, 98, 100
50-Profösörler Ali Sevinç-Yaşar Yücel, Fetih Türkiye Tarihi,
51-Bozok Tahrir Defteri Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi. No: 30, 31
52-Kars-ı Maraş Tahrir Defteri Tapu ve Kadastro Genel Müd. Arşivi. No: 168
53-Malatya Tahrir Defteri Başbakanlık Arşivi. No: 408-Tapu ve Kadastro Genel Müd. Arşivi No:142 Hazırlayan: Refet Yinanç-M. Eli Büyük
54-Sivas (Eyalet-i Rum) İcmal Defteri. Başbakanlık Arşivi No: 15
55-Başbakanlık Osmanlı Arşiv Tapu Tedarir Defteri. No: 156 Sayfa: 238.
56-Malatya Evkaf ve Emlak Defteri (937/1530 tarihlidir) Sayfa: 236, 250.
57-Ankara Tapu ve Kadastro “Kuyud-u Kadime Arşivi” No: 153. VRK 70/B’deki Osmanlıca- Türkçe Sözlük, Mustafa Nihat Ozon, Sayfa: 153-155
İslam Ansiklopedisi, Cilt: 8. Sayfa: 482-483.
Türkiye Cumhuriyetini Kuran Türk Milletinin Tarihi, Türk Devletleri Tarihi
Cenup Doğu, Kadri Perk. sayfa: 31-33.
Eti Tarihi, Dr. Aren Engin, An. Uy. Tarihi, C: 1. Sayfa:101.
Kadri Perk, Cenup Doğu. Sayfa: 30- 32.
Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkler, sayfa: 41.
Prof. Faruk Sümer, Çukurova Tarihi ve Dair, Sayfa: 15. 34.
Anadolu Beylikleri Hakkındaki Araştırmalar. Prof. Ali Sevim, Yaşar Yücel.
Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi C. X. Sayfa: 230.
Milli Mücadelede Kayseri Şehri.
Dr. Cengiz Orhonlu, Osmanlılarda Derbent Teşkilatı - Sayfa: 107.
Hilmi Göktürk, Anadolu’da Oğuz Boyları.
Prof. Faruk Sümer, Oğuz Boyları Ait Teşeküller.
Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, C. I.
Claude Chane, Anadoluda Türkler,
Kemal Doğan, Türkiye Tarihi Beylikleri,
Zuhuri Danışman, Osmanlı İmp. Tarihi - Cilt V.
Dr. Vahit Çabuk, Solakzade Tarihi Cilt II. Sayfa: 56.
Kanunname- i Ali Osmani (Defteri Haka-i Emiri Ayni Ali Efendi. Sene 1018/1602)
Hadiye Tuncer, Osmanlı Devleti Arazi Kanunları - Sayfa: 20. 100. 101.
Doç. Dr. Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmp. Derbend Teşkilatı.
58-Ermeni Sorunu’nun Doğuşu, Kı Young Lee, Kültür Bakanlığı Başvuru Kitapları, sayfa: 75.
59- Başbakanlık Osmanlı Arşivi(BOA)nde bulunan Tapu-Tahrir defterleri(TD)ve Evkaf ve Emlak Defterlerinde özellikle Darende ve Gürün İlçeleri hakkında bilgi veren kayıtlar şunlardır:
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Maliyeden Müdevver Defter no: 9895, Hicri 1143/Miladi: 1727 yılına ait Elbistan ve bağlı köylere ait bilgileri havi kayıtlar.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 124, Hicri 931/Miladi:1515 yılına ait Zülkadriye Vilayetine tabi Elbistan, Zamantı, Maraş deli tımarları mübeyyin.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 216, Hicri 949/Miladi:1535 yılına ait Elbistan Livası köylerinin isimleriyle hasılatını ve tımarlarını havi defter.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 402, Kanuni devrine ait Vilayet-i Zülkadriye mahsus Alaüddevle Bey Kanunnameleri ve Zülkadriye Türkman Cemaatlerinin isimleriyle nüfusları ve yaylak ve kışlaklarını; Zeytun, Göksun ve Elbistan ircazatına ait mufassal tahrir defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 758, Hicri 1042/Miladi:1626/1627 yıllarına ait Maraş Eyaletindeki Maraş, Elbistan, Kars-ı Zülkadriye, Malatya Livalarının tımar yoklamasını havi defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 156, Hicri 937/Miladi:1521 yılına ait Malatya Livasının Evkaf ve Emlak Kanunnamesi ile Malatya, gerger, kahta, Behisni, Divriği, Darende ve Hısn-ı mansur kazalarında bulunan Evkaf ve emlakin tahrir defteri kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 1019 ve tarihsiz Divriği Sancağındaki nahiyelerle Darende Kalesi muhafızlarının tımarlarını havi bilgiler.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 95, tarihsiz Sivas ve Amasya, Kırşehir, Bayburt, kemah, Divriği livalarındaki zeamet ve tımarları mübeyyen mücmel defterleri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 156, Hicri 937/Miladi:1521 yılına ait Malatya Livasının Evkaf ve Emlak Kanunnamesi ile Malatya, gerger, kahta, Behisni, Divriği, Darende ve Hısn-ı mansur kazalarında bulunan Evkaf ve emlakin tahrir defteri kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 163, Hicri 937/Miladi:1521 yılına ait Malatya ve Divriği Livalarının tımarlarını ve Kahta, geger, Behisni, Darende gibi kalelerin muhafızlarına ait tımarları havi defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 252, Hicri 954/Miladi:1538 yılına ait Divriği Livasının nüfus ve hasılatını havi mufassal defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 256, Hicri 954/Miladi:1538 yılına ait Divriği Livasına ait haslarını ve kura ve mezari ve mahsülatını havi defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 262, Hicri 955/Miladi:1539 yılına ait Valde Sultanın Üsküdarda yaptırdığı Cami ve imaretin evkefından olan Yeni İl, Mancınık Nahiyeleri ile Bozok Livasından ifraz olunan kura ve mezaride mütemekkin ve hoşnişin nüfus ve cemaat ile rüsumunu mübeyyin mufassal tahrir defteri ve kanunnameleri havi.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 408 ve Kanuni devrine ait Malatya Livasının nahiyelerindeki nüfus ve hasılatıyla malikaneleri ve evkafı ve gerger ve Divriği kanunnamelerini havi mufassal tahrir defteri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 786 ve hicri 1065/Miladi: 1649 yılına ait Ankara, Sivas, Amasya, Çorum ve Arapgir, Divriği, Canik gibi livaları zeamet ve tımarları ve sairesinde 1065/1649 kandiye muhasaratında isbat-ı vücut edenlerin yoklama defteri
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 843 ve 1105/1689 yılına ait Sivas, Bozok, Amasya, Çorum, Canik, Divriği, Arapgir Livalarının eshabı tımarının yoklama defteri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 852 ve hicri 1107/1186 tarihli, 1036 sıra nolu ve tarihsiz Divriği Livasına tımarlarını havi defterler.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 156, Hicri 937/Miladi:1521 yılına ait Malatya Livasının Evkaf ve Emlak Kanunnamesi ile Malatya, gerger, kahta, Behisni, Divriği, Darende ve Hısn-ı mansur kazalarında bulunan Evkaf ve emlakin tahrir defteri kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 163, Hicri 937/Miladi:1521 yılına ait Malatya ve Divriği Livalarının tımarlarını ve Kahta, geger, Behisni, Darende gibi kalelerin muhafızlarına ait tımarları havi defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 257, Hicri 954/Miladi:1538 yılına ait Malatya ve Divriği Livalarının tımarlarını defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 323, Hicri 965/Miladi:1549 yılına ait Malatya Livasının nahiyelerinde bulunan evkaf ve emlaki havi defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 324, Hicri 967/Miladi:1551 yılına ait Malatya Livasına ait padişah haslarını mübeyyin defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 339, Hicri 970/Miladi:1554 yılına ait Vilayet-i Rumin Sivas, Amasya, Malatya Livalarının nahiyelerile Sivas-ı Atik ve Sivas-ı Cedid, Tokat, Niksar gibi yerlerdeki kalelerin muhafızlarına ait, tımarların icmal defterleri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 408 ve Kanuni devrine ait Malatya Livasının nahiyelerindeki nüfus ve hasılatıyla malikaneleri ve evkafı ve gerger ve Divriği kanunnamelerini havi mufassal tahrir defteri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 758, Hicri 1042/Miladi:1626/1627 yıllarına ait Maraş Eyaletindeki Maraş, Elbistan, Kars-ı Zülkadriye, Malatya Livalarının tımar yoklamasını havi defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 997, Hicri tarihsiz Malatya Livasının köylerinin hasılatını ve tımarlarının havi mufassal defter.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 124, Hicri 931/Miladi:1515 yılına ait Zülkadriye Vilayetine tabi Elbistan, Zamantı, Maraş deli tımarları mübeyyin.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 124, Hicri 934/Miladi:1518 yılına ait Maraş Livalarının tımar İcmal defterleri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 219, Hicri 949/Miladi:1533 yılına ait Maraş’a ait nahiyelerin havi tımarları mübeyyin.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 313, Hicri 966/Miladi:1550 yılına ait Vilayet-i Rum(Sivas), Erzurum, Şam, halep, Diyar-ı Bekir, Van, Zülkadriye, Maraş Vilayetlerine tabi tımarları havi tımar ruznamçe defterleri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 216, Hicri 949/Miladi:1535 yılına ait Elbistan Livası köylerinin isimleriyle hasılatını ve tımarlarını havi defter.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 402, Kanuni devrine ait Vilayet-i Zülkadriye mahsus Alaüddevle Bey Kanunnameleri ve Zülkadriye Türkman Cemaatlerinin isimleriyle nüfusları ve yaylak ve kışlaklarını; Zeytun, Göksun ve Elbistan ircazatına ait mufassal tahrir defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 419, Hicri 947/Miladi:1531 yıllarına(Kanuni Devri)ait Maraş Livasıkurasıyla taife-i Ekrad ve Yörükan Etrakın nüfus ve hasılatını ve tımar ve evkafını mübeyyin mufassal defter müsveddelerindeki kayıtlar.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 758, Hicri 1042/Miladi:1626/1627 yıllarına ait Maraş Eyaletindeki Maraş, Elbistan, Kars-ı Zülkadriye, Malatya Livalarının tımar yoklamasını havi defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 949, Hicri 1221/Miladi: 1805 yıllarına ait Kars-ı Maraş Livalarında bulunan zeamet ve tımarların yoklamasını havi defter ve 998 sıra no ve hicri 923 tarihli defter kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Evkaf Defterleri sıra/sayfa no: 15, II. Mehmet Dönemine ait Vilayet-i Rum’ın Tokat, Zile, Amasya, Sivas kazalarının nahiyelerinin kurasının icmalen nüfus ve hasılatıyla sair kaleler müstahfızlarına ait has zeamet ve tımarları ve müslim karyelerini ve muafiyetlerini ref’ olunan emlak ve Evkaf eshabının mübeyyin icmal defteri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Evkaf Defterleri sıra/sayfa no: 79, hicri: 926/Miladi: 1510 yılına ait Vilayet-i Rum’ın Tokat, Zile, Amasya, Sivas kazalarının nahiyelerinin kurasının icmalen nüfus ve hasılatıyla sair kaleler müstahfızlarına ait has zeamet ve tımarları ve müslim karyelerini ve muafiyetlerini ref’ olunan emlak ve Evkaf eshabının mübeyyin icmal defteri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Evkaf Defterleri sıra/sayfa no: 85, I. Selim zamanına ait Vilayet-i Rum’ın Tokat, Zile, Amasya, Sivas kazalarının nahiyelerinin kurasının icmalen nüfus ve hasılatıyla sair kaleler müstahfızlarına ait has zeamet ve tımarları ve müslim karyelerini ve muafiyetlerini ref’ olunan emlak ve Evkaf eshabının mübeyyin icmal defteri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Evkaf Defterleri sıra/sayfa no: 95 de kayıtlı fakat tarihsiz olan Sivas ve Amasya, Kırşehir, Bayburt, Kemah, Divriği Livalarındaki zeamet ve tımarları mübeyyin mücmel defterleri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 262, Hicri 955/Miladi:1539 yılına ait Valde Sultanın Üsküdarda yaptırdığı Cami ve imaretin evkefından olan Yeni İl, Mancınık Nahiyeleri ile Bozok Livasından ifraz olunan kura ve mezaride mütemekkin ve hoşnişin nüfus ve cemaat ile rüsumunu mübeyyin mufassal tahrir defteri ve kanunnameleri havi.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Tapu Tahrir Defterleri sıra/sayfa no: 339, Hicri 970/Miladi:1554 yılına ait Vilayet-i Rumin Sivas, Amasya, Malatya Livalarının nahiyelerile Sivas-ı Atik ve Sivas-ı Cedid, Tokat, Niksar gibi yerlerdeki kalelerin muhafızlarına ait, tımarların icmal defterleri.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Nezaret sonrası Evkaf III. Ve IV. Defterlerinde kayıtlı bulunan 9879 sıra no ve hicri 1250/Miladi: 1834 tarihli Üsküdarda Atik Valide Sultan Evkafına bağlı Yeni İl hasları ve Halep Türkmenleri mukataat mallarının kaydını gösteren bilgiler.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Nezaret sonrası Evkaf III. Ve IV. Defterlerinde kayıtlı bulunan 12345 sıra no ve hicri 1260/Miladi: 1844 tarihli Üsküdarda Atik Valide Sultan Evkafı Mukataatından Sivas’ın Gürün, Aşudu, Kangal ve Tenos nahiyeleri mahsulatından cerre-horan ve diğer vazifelilere ayrıca; Haremeyn-i Muhteremeyne bağlı Gelikiras mukataası mahsülünden de Sivastaki Alaaddin cami cüzhan, duaguğ ve cerre-horan’a ait olunan erzak kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Nezaret sonrası Evkaf III. Ve IV. Defterlerinde kayıtlı bulunan 15238 sıra no ve hicri 1270/Miladi: 1854 tarihli Üsküdarda Atik Valide Sultan Evkafından kangal, Aşudu, Gürün ve Tenos kazaları Evkaf Müdürü Osman mehdi Efendi tarafından vukubulan ferağ, intikal ve mahlulat temessükü ile harc ve muaccelenin miktarını gösteren 4adet varaktan ibaret bilgiler.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Nezaret sonrası Evkaf III. Ve IV. Defterlerinde kayıtlı bulunan 14863 sıra no ve hicri 1268/Miladi: 1852 tarihli Üsküdarda Atik Valide Sultan Evkafı mukataatından olan Yeni İl hasları ve Türkmenleri mukatat muhasebe kayıtları.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Nezaret sonrası Evkaf III. Ve IV. Defterlerinde kayıtlı bulunan 14534 sıra no ve hicri 1267/Miladi: 1851 tarihli Üsküdarda Atik Valide Sultan Evkafı mukataasından olan Yeni İl ve Türkmenan-ı Halep ve tevabi-i hasları mukatası aklamında Sivastaki köy ve mezraların mutasarrıflarına verilen hınta ve sairenin karşılığı olarak mutasarrıflardan alınan senet kayıtları ve ayrıca Karadoruk, Yılanhüyük, Kızılveran, Beypınar gibi köylerdeki evkaf ve emlake ait senet kayıtları....
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Nezaret sonrası Evkaf III. Ve IV. Defterlerinde kayıtlı bulunan 14139 sıra no ve hicri 1266/Miladi: 1850 tarihli Üsküdarda Atik Valide Sultan Evkafı mukataasından olan Yeni İl ve Türkmenan-ı Halep ve tevabi-i hasları mukatası aklamında Sivastaki köy ve mezraların isimleri hakkındaki bilgiler.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Nezaret sonrası Evkaf III. Ve IV. Defterlerinde kayıtlı bulunan 14863 sıra no ve hicri 1268/Miladi: 1852 tarihli Üsküdarda Atik Valide Sultan Evkafı mukataasından olan Yeni İl hasları ve Türkmenan-ı Halep ve tevabi-i mukataası kaleminden olup Sivas Sancağı Aşudi, Kangal, Gürün ve Tonus nahiyelerindeki bazı kimselerde bulunan kura ve mezralardan i’ta edilen zehair-i mütenevvi’anın miktarını gösterir senet kayıtları....




Şimdi siz
nereden bileceksiniz
Gürün Gürün çağrıldığını Tilgarimonun
Bin dallı şalın nakışlarında
Benim işçi ellerim
....Tilgarimo kentinde olurum
aslımı sorarsanız?
Bir yanı Kızılırmak
Bir yanı Fırat
........................
Hasan Hüseyin Korkmazgil